Hayat güzel, gerçek ya da sanal farketmez.

Harika bir kitap okuyorum; Milton Erickson’un öykülerle tedavisini anlatıyor. Okudukça hayretten hayrete düşüyorum (kendimden izler bulduğum için galiba). Uzun süre önce rahmetli olmuş olan Erickson, zorunluluktan oluşturduğu gözlem yeteneğini (Küçükken çocuk felci geçirip ölümü beklenirken, uzun yıllar sadece gözlerini hareket ettirebildiğinden, sadece gözlem yapabilmiş) sonraları gayet eril biçimde sistemleştirebilmiş ve bunu binlerce hastayı şifalandırmak ve bir o kadar da meslektaşını eğitmek için kullanabilmiş olması övgüye layık değil mi? 

İster istemez doğuştan gelen hastalığımı ve her hafta ölmek üzere evden götürülüşümü ve ölemeyip geri getirilişimi hatırlamamak olası değildi tabi. Yarım asır civarında tekrarlanan bu hastalık döngüleri, insanı gerçekten de gözlem yapmaya ve düşünmeye itiyor. Belki de söylenildiği gibi hayatı yaşamaktan alıkonulursan filozof oluyorsun (ben bu ünlü sözü biraz  değiştirdim). Bu bir erdem değil mecburiyet 🙂

Ve fakat yine de bu hastalık periyodları arasına sıkıştırmayı başardığım, birbirinden farklı, maceralı yaşamlar için de kendimi kutluyorum. Az önce balkonda kahvemi yudumlarken (aslında sigara molası idi bu), eğer hasta olmasaydım nasıl biri olabileceğim sorusu geldi aklıma.  Bu soruda içeriğinden daha ilginç olanı; bütün ömrümce bu soruyu ilk kez sorduğum gerçeği bulunuyordu. Hayretten dilim tutulacaktı! Belki profesyoneller buna öğrenilmiş çaresizlik diyebilirler. Bilmiyorum.

Herneyse, her şeyin bir ilki vardır 🙂

Soruyu kendime yöneltip cevabı almak için merakla dinledim, dedi ki: “Hasta olmasaydım nasıl biri olacağımı ya da neler yapmış olabileceğimi bilemem! Bi kere bunu geç! Belki şöyle bir soru daha makul olabilirdi, hastalığım aniden geçse neler yaparım?”

Çok heyecanlandırıcı bir soruydu, beni nefessiz bıraktı. Zaman kazanmak için bunları günlüğüme not etmeye karar verdim. Henüz cevabı bilmiyorum.

İçimden gelen en kışkırtıcı istek, beni çağıran dağlara koşmak, tırmanmak, terlemek, yorulmak ve o yorgunlukla nefis uykular çekmek oldu. Gözüm yaşararak şunu söylemek isterim ki, bedenen çalışmak, bedenen yorulmak istiyorum. Yüzümde rüzgarın dokunuşunu hissettiğim işler yapmak istiyorum. Kendi ellerimle kulübemi çakmak istiyorum. Kaplumbağa gibi sırtıma bir öz yaşam ünitesi geçirip saatlerce, yıllarca yürümek, önüme çıkan her şeyle iletişim kurmak istiyorum. Nereye gittiği belli olmayan yürümeler olsun… Ellerim yazı yazmak ve yemek yapmakta mahir olduğu kadar başka şeylerde de işe yarıyor mu görmek istiyorum. Beğendiğim bi ustaya çırak olmak, yine sıfır noktasından başlamak istiyorum. (Bunları hayatım boyunca hastalık aralarındaki kısa molalarda yapmaya çalıştım, bu istek bende hep vardı)

Aklıma başka şeyler gelirse ilave ederim.

3 Yorumlar

  1. Turan says:

    “Belki de söylenildiği gibi hayatı yaşamaktan alıkonulursan filozof oluyorsun”

    Galiba bu nedenle sunlari istiyor:

    “İçimden gelen en kışkırtıcı istek, beni çağıran dağlara koşmak, tırmanmak, terlemek, yorulmak ve o yorgunlukla nefis uykular çekmek oldu. ”

    Acaba filozoflar gercekten yasamiyorlar mi?

    1. says:

      Sadece filozoflar değil belki? 🙂

  2. Turan says:

    Cok teorilerle ugrasanlar da galiba :-)))

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir