Gerçeklik-illüzyon-kurgu

Bilim adamı, bu belli gözlemciye iskelenin yalnızca bir parçası olarak bakmaya ve gerekirse bu iskelenin kolayca söküleceğini ve bunun binaya hiç bir kötü etkisi olmayacağını düşünmek eğilimlidir. Ama fizikteki son gelişmeler göstermiştir ki; bu iskele (gözlemci) sökülüp kaldırılırsa geriye hiçbir şey kalmaz. Bina destek yönünden mutlak olarak bu iskeleye bağlıdır. Bilimin bu acaip, evrensel sahte egosu aldatıcıdır ama gene de gereklidir. Yalnızca matematik bundan bağımsız gibidir.

(Boşluğa basamak dizenler, selam olsun sizlere-tıklayınız)

**

Görsel olarak öğrenenler için bu konuyu son yıllarda en güzel açıklayan film İnception (başlangıç) idi bana göre. Birkaç kere seyredilip detayları farketmeli. Bu film, hem gerçeklik fikrini, hem rüyaları hem de şizofreni gibi farklılıkları anlamak için ders niyetine kullanılabilir.

**

Birey bilinci, gölgelerle çarpışa çarpışa güçlenir.
Tüm zamanların en büyük kandırışı bu manevra olabilir hani 🙂

**

inception filminde, rüyada olduğunu anlamak için “başlangıç”ı düşündürür,, buraya nerden geldin hatırlıyor musun?” der. Yoo bi şey hatırlamıyosundur birden bi sahneyle başlayıvermişsindir. O zaman hah işte rüyadasın denir. Ama ben güya gerçek hayatıma baktığımda da nerdeyse ilk hatırladığım tek sahne dört yaşımda, ondan öncesi yok. Öyleyse “gerçek olduğuna inandırıldığım” bi rüyadayım. İnsanların ölüm deneyimi diye anlattıkları hep birbirine benzeyen görüntülerinde, bir kanal içinde ilerledikleri, sonra birden bire müthiş bi ışık gördükleri filan söylenir ve orada bizi karşılayan varlıklar, melekler vardır. Oysa bu deneyim ne kadar da doğum eylemine benzer! Demek ki rüyanın başı ancak ölürken hatırlanıyor, ona da başlangıç diyebileceksek! Resmen yumurta-tavuk döngüsü :)))

**

Bilindiği gibi yaklaşık yirmi senedir kamuya açık günlük tutarım. Ve bazen kimilerinin ilgisini çekip ara ara takip etmişlerdir. Onlardan birisi altı yedi sene önce şöyle bir yorum yapmıştı:” sen kendini hep bir başkasının gözünden, dışardan nasıl göründüğünü merak ediyorsun” demişti, aslında belki biraz da eleştiri kokuyordu, yani neden bunu dert ediyorum diye. Oysa ben gerçekten aynalara bakarak… kendini tanımaya çalışandım. Onlar olmasa kendimi bilmem mümkün değildi. Bi güven eksikliği de değildi bu, kendime sınırsız güvenim vardı ama “kendim” nedir onu bilmiyordum! Tabi aradan bunca zaman geçti ve özellikle mitleri ve simgeleri çözdükçe hele Human design’ın oldukça aydırıcı bilgisinden sonra bazı şeyler daha anlaşılabilir oldu. Peki sizler kendinizi nasıl biliyorsunuz? Nasıl bir yöntem izlediniz?
(Bu soruyu musalla taşından önce sormak istedim!)

**

Her insan kısıtlı ömrunde kendi kuyusunda sondaj yapıyor ya da kulesinden gözlem yapıyor. E peki başka kuyularda ya da kulelerde ne yapılmış diye gerçekten merak eden yok mu? Varsa bile bunun yolu nedir? Kulende ya da kuyunda bu merakını giderebilir misin?

**

Uykuda dinleniyorum, hem de her açıdan (ama kimler dinliyor! bilmem) Türkçeyi seviyorum :)))
Elalemin telefonları dinlenir benim de uykum!
Günaydınnn frekanslarrr

Öyle böyle değil walla dostlar; her gece yatarken bir çok sancılar ve ağrılar içindeyim, adeta gün boyunca mıknatıs gibi çekiyor bedenim, sonra bi yatıyorum ve teslim oluyorum küçük ölüme. Sabah uyanıyorum ki tüm bilgiler(sancılar) çekilip alınmış benden! Tuhaf şeyler…

**

Doğa bizi yarattı, sonra içimizde bilinç filizlendi. Biz interneti yarattık. Her birimiz bir hücreyiz, sonra toplaşarak dokuları oluşturduk (facebook, tweeter vs vs.) şimdi dokular faaliyette. Merak ediyorum internetin ruhu (bilinci) de filizlendi mi?

**

Benim bildiğim ve Oyun Kuramında yazdığım sanırım buna benzer, bir herşey olmaya müsait hamur var (safi potansiyel) bir de onu olduranlar yani bilinçli gözlemciler 🙂

**

Özgürlük ver ki özgür kalasın. Yaratılmasına katkıda (bilinçli gözlemci) bulunduğun her şeye; çocuğuna, projene, halkına, şirketine, organizasyonuna, çalışma gurubuna özgürlüğünü ver! Sana dönüşü muhteşem olur. Söz veriyorum:)

**

Bi can frekansım vardı, bazen şöyle derdi “Sibel annelik yapma bana!” ve  bunu bana hatırlattığı için ona tarifsiz minnet duyardım; çünkü davranışım farkındalıksızdı. Büyüdüğünü bilemeyiz biz anneler! Ama bize hatırlatılırsa bunu görebilecek farkındalık var artık bazı kadınlarda. Bilinç ayakları üzerinde durdu artık. Çekilin ve eserinizi seyredin yahuuu 🙂

**

Bir zamandır çocuk boyalarıyla oynuyorum. Ay ne harika bi şey.. Ondört yıl önce yine oynamıştım bi süre, o zaman cam üzerine boyuyordum, şimdi kağıda. Bembeyaz kağıdın başına geçmek tuhaf bi duygu veriyor insana. Parmak boyalarım guajlarım yanda su yanımda, bakışıyoruz bi süre ama beklemekle olacak bi şey yok anlıyosun bi yerinden başlaman gerekiyor! İlk suyu damlattığın ilk boyayı parmakladığın zaman bişey başlıyor aranızda. Kağıdın her noktası sırayla bi şeyler talep ediyor senden. Eksik kaldıysa itiraz ediyor, beğenmediyse düzelt beni diyor. Acaip bişey. Her oyun yaklaşık kırk dakka sürüyor. Sonra kalkıp oyunumuza şöyle dört bi açıdan bakıyorum sonra onu geride bırakıp başka bişeye örneğin bişey okumaya, seyretmeye yönlendiğimde GÖZ ayarımın kaymış olduğunu farkediyorum, gözüm yuvasında kayık, bi terslik var! Sonra kendi kendine sanki bi kanal ayarlaması yapıyor, gözüm başka bi frekansa kendini ayarlıyor! Gerçekten bedenin bu çok yönlülüğü beni hep şaşırtıyor 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir