Foton Kuşağı ne yapar?

Gülcan Çakır yazdı:
“Herşey Carlos Castaneda’nın Zamanın Çarkı kitabındaki şu cümleyi okumamızla başladı;

“Savaşçılar zamandan söz ettiklerinde, saatin hareketiyle ölçülen bir şeyi kastetmezler. Zaman, dikkatin özüdür: Kartal’ın yaydığı şeyler, zamandan yapılmıştır; ve doğrusunu söylemek gerekirse, bir savaşçı özün farklı yanlarına girdiğinde, zamanla tanışmaya başlıyor demektir.”

Ve şu cümleye takıldım. Kartal’ın

yaydığı şeyler zamandan yapılmıştır. Bilmeyenler için açıklayayım. Carlos Castaneda sanrılandırıcı bitkileri araştırmak üzere gittiğinde Meksika’da tanıştığı Yaqui Kızılderilisi Don Juan’dan öğrendiği bilgilerden oluşan bir dizi kitap yazmış. Don Juan’a göre dünyamız farkındalıklı, titreşen ve ışıldayan telciklerden oluşuyor. Hepimizin sırt bölgesinde, kürek kemiğine kol boyu uzaklıkta, algı noktası denilen, tenis topu büyüklüğünde parlak bir nokta var. Bu noktaya bileşim noktası da deniyor. Bu telcikler bileşim noktamızın içinden geçiyor ve bizim dünya algımızı bu bileşim noktasından geçen telcik demeti oluşturuyor. Hepimizin bileşim noktasından aynı telcik demeti geçtiği için, Don Juan’ın deyimi ile bu demete çengellendiğimiz için hepimiz aynı dünyayı algılıyoruz.
Don Juan bu titreşen farkındalıklı telciklerin kaynağının kartala benzeyen bir görüntüsü olduğu için kartal diye adlandırılan bir kaynaktan çıktığını söyler. Kartal bizim anılarımızla beslenir.

Kartal’ın yaydığı şeyler zamandan yapılmış ise dedim, aslında Kartal geçmiş olabilir mi? Zaman an demek değil, geçmiş demek. An’da zaman yoktur. Yani Kartal an’da olanı istemiyor, anılarımızı istiyor, yani geçmişi… O gerçekte geçmişin gölgesi olabilir mi, tıpkı gökyüzündeki yıldızlar gibi… derken şu yazıyı bulduk arkadaşımla birlikte;

“Bir başka masala göre, Sagitta (Okçuk) takımyıldızı Kartal’ı öldüren oku temsil etmektedir. Prometheus’u acısından kurtarmak için, Herkül oku öldürmüş olduğu Hydra’nın (Su yılanı) kanıyla zehirleyip Kartal’a fırlatmış ve onu öldürmüştür. Zeus ise sadık hizmetlerinden dolayı Kartal’ı gökyüzünde yıldızlar arasına koymuştur.”

Kartal’ın sembolik anlamları hakkında konuşurken birden bire aklıma bir şey geldi. Şu bahsedilen foton kuşağı hakkında bir sürü şey söyleniyor. Elektronik aletler bozulacak, elektrikler kesilecek, farkındalığımız artacak, dna mız değişecek gibi… Ya dedim bu foton kuşağı elektriği etkileyecekse eğer, gerçekte bizim fiziksel dünyamızdaki elektronik aletler değil de etkilenecek olan ya bu telcikler ise? Bu foton kuşağı denilen şey bu telciklerin titreşimini değiştirirse ne olur? Dünyamızı oluşturan ve çengellendiğimiz telcik demetinin titreşimi değiştiğinde dünyamız da değişmez mi? Hatta bileşim noktamız bu alışık olmadığımız titreşimde yer bile değiştirebilir. Bunun anlamı da şu. Nasıl ki rüyada kontrolsüzce bir rüyadan başka bir rüyaya atlıyorsak, bileşim noktasının kayması da benzer bir etki yapar. Bu da kafayı yememiz demek 🙂 Eğer böyle bir şey olursa, etrafta hayali varlıklarla konuşan, senin görmediğin şeyleri gören insanlarla dolacak. Tabiki senin gördüklerini de onlar göremeyecek. Dünyanın bu yeni titreşimine uyum sağlayabilenler ise bileşim noktasını sabitleyebilecek yapamayanlar da bileşim noktasının kontrolsüzce sürekli oradan oraya kaymasıyla karşı karşıya kalacaklar. Aslında eğlenceli olabilir de 🙂

Don Juan, Carlos Castaneda’ya bilinçli rüya görmeyi öğreterek aslında bileşim noktasını kontrollü bir şekilde kaydırmayı ve istediği yere sabitlemeyi öğretiyordu. Rüyalarımızı kontrol etmeyi öğrenmemiz gerek. Hem de hemen. :)”

Gülcan’ın CC’den yola çıkarak anlattığı özgürleşme prosesini farklı kaynakların verileriyle de birleştirmek mümkün.İnsanın öldükten sonra bilincinin bir süre daha yaşaması(!) özgürleşememesinin sebebi, onun hatıralarında kalan özlem, eksiklik yoksunluk duyguları,öfke ve nefret ve her türlü tamamlanmamışlık hissine sebep veren arzularıdır (ki bu hayattayken özetleme yapmamışlığın neticesidir). Bu durumdaki enerji beden ara yüz-ya da cepgerçeklik veya araf deenilen yerde hayal-et varlıklarını sürdürmeye devam ederler, işte bu Don Juan’ın söylediği kartala yutulma durumudur.

Bu durum sadece hayaletlerin değil aynı zamanda yaşayanların da sorunudur çünkü bu hayal-etler gerek genetik uzantıları gerekse onları hatıralarında varetmeyi sürdüren yaşayanlar üzerinde güç sahibi yapar. Böylece yaşayanların AN’da olabilme dengelerini sarsarlar. Bir insanın bedenindeki sinir uzunluklarının toplamının dünya-ay uzaklığına gidiş dönüş mesafesi olması da manidar bence. AY düyguları met-cezir yoluyla yöneten bir mekanizma olduğuna göre, hayaletleri ve yaşayanları manipüle etmekte hiç zorlanmaz. Velakin bunun gerisinde bir komplo aramaya da gerek yok, dünyanın gezegensel olarak öldürücü etkisi biliniyor, oksijen yaşatan ve yakarak öldüren ilginç bir element. Bilinçlenme yolcuları (insan dışında başka yolcular da olabilir) önce, AN’dan ayrılarak zihin mekanizmasıyla zaman ve mekanı oluştururlar; çünkü bireyleşme süreci ayrılış anlamına gelir, bu sancılı bir prosestir ve bunu başaramayan yığınla insan var, başarabilenlerin ikinci merhalesi de yeniden bütünlüğü hissedebilmektir -özetleme yapan insanların başarılı olup olmadığı onların kendine verdikleri önem derecelerinin düşmesiyle anlaşılır.-
İnsan anlam arayışı olan bir varlık, bu durumda kendinden çektiği anlamı AN’a aktarmaya başlar, eğer ani bir kaza neticesi değilse bu işlem bir sürahiyle azar azar ama disiplinle AN’a akıtılan suya benzetilebilir. Evet Gülcan’ın söylediği gibi eğer foton kuşağına giriş insan demetini etkileyecek ve algı kayacaksa, bu duruma hazırlıksız yakalananlar için ciddi bir kaos oluşturabilir. Fakat gerçekten de ayrılık olmadığı için son kertede; zarar ve yanlış denilen şeylerin insan uydurması olduğunu bileceğimiz AN kaçınılmaz olarak başımıza gelecek ister bu geçişte isterse 26000 yıl sonraki geçişte, zamanı biz uydurduğumuza göre ne sakıncası var :)))

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir