Fantastik Edebiyat

Bülent Eriş arkadaşımızın yeni kitabı PRİAMOESR’İN ÇEMBERİ yine fantastik edebiyata bir örnek sanıyorum, hayırlı olsun, henüz okumadım fakat bana göndermiş olduğu aşağıdaki yazısını oldukça samimi bir çığlık olarak gördüğüm için aynen sunuyorum:

Ülkemizde yerini bulmaya çalışan Fantastik Edebiyat ve bu oluşuma gönül vermiş benim gibi genç yazarlar. Seçilen bu dikenli yolda yürümeye çalışan, benim gibi düşünen ve hayallerin peşinde koşanlar. Bu hayallerin gerçekleştirilmek için var olduğuna inananlar. Tıpkı Gökkuşağının Sekizinci Rengi, Işığın Karanlık Yüzü ve en son yayınlanan Priamoesr’in Çemberi isimli romanlarımda olduğu gibi.

Bunlar bizim gibi olanların ortak düşünceleri. Benzer şeylerden zevk alan, benzerliklerden yola çıkan ve ilerlemeye çalışanların. Bir de dışarıdaki insanlar var, onlara anlatılması gereken şeyler var. Ben bu yazıyı, fantastik edebiyata farklı bir yoldan ulaşabilmek adına yazmaya karar verdim.

Önümüzde duran engeller o kadar zor ki. Öncelikle ülkemizin koşullarını iyi analiz etmek lazım. Sosyoekonomik düzey toplumun büyük bir genelinde sınırlı ve olması gerekenden kat kat düşük. Bu ilk başta öncelikle çekirdek aile içerisinde başlayarak tüm eğitimin yetersiz kalmasına yol açmakta. Eğitimsizlik tüm çelişkilerin anası bence. Burada kavram kargaşasına yer vermemek amacıyla, eğitimsizliği doğru olmayan eğitim olarak da söyleyebilirim. Nedir doğru eğitim peki? Doğru eğitim, insana düşünebilme yetisini kazandıran, sahip olduğu naturanın ona sağladığı yetenekleri açığa kavuşturmasına tam anlamıyla olanak sağlayan sistemdir. Bunun için doğru altyapı, doğru eğitmen ve doğru kafalar gerekiyor. Ülkemizdeki hiçbir eğitim kitabı düşündürmeye göre hazırlanmamıştır Bilgiyi yüklemek mantığıyla hareket eder. Bu şekilde yetişen insanların düşünme yetisi kazanmasını beklemek en büyük hayalperestliktir. Ülkemizde sayısız olimpiyat şampiyonunun, sayısız bilim adamının doğduğunu ve bunların büyük bir çoğunluğunun sayılan sebepler doğrultusunda yok olup gittiğini düşünüyorum. Aklınıza gelebilecek her türlü yetenek tanımlaması için bu böyle. Bunun dışında büyüme süreci engellerle dolu. Adını ve sayısını bilmediğim bir sürü sınavla çevrelenmiş her şey. Var olan sistemin dışına çıkmaya çalışan bir kişi bu engellere takılarak benliğinde olan dürtüleri de kaybetmekte. Çünkü yaşaması lazım, yaşamak için para kazanması lazım, para kazanmak için üniversiteye gitmesi, sayısız gereksiz sınavdan anlının akıyla çıkması gerekli. Nerede kaldı peki düşünebilmek? Bunca şeyin fantastik edebiyatla ne alakası var diyebilirsiniz. Bilimkurgu geleceğin penceresinden yarını ve sonrasını görebilmekle başlar. Bilimkurgu, macera-kurgu, politik-kurgu, polisiye-kurgu gibi alt oluşumlar hayata olaylara ve sürüklenişlere yukarıdan bakabilmektir. Fantastik demek düşünebilmektir. Geçmişi ve bugünü tam anlamıyla kavrayabilerek geleceği görebilmektir. Ülkemizde düşünme yetisini kazanamayan insanların fantastik edebiyata bakışları da bu şekilde gelişmekte. Boş bakıyorlar, bakıyorlar ama anlamıyorlar, belki anlıyorlar ama gerçek nedeni analiz edemiyorlar. Bu nedenle ülkemizde fantastik edebiyat yazmak çok zor. Bakış açılarını değiştirmek ve düşünceleri toplumun geneline yaymak çok zor. Geleceği yazabilmek için önce geçmişi ve bugünü değiştirebilmek gerekiyor. Bunun için sadece yazmak yeterli değil. Başka kulvarlarda da savaşmak lazım.

Düşünüyorum, öyleyse varım…

Toplumdan, bireyselliğe doğru yola çıkmak istiyorum. Bu noktada benim için gerçekten önemli bir ayrıntıya değinerek kendimi rahatlatmaya çalışacağım. Başlığımız; Türkiye’de Fantastik Edebiyat. Yani ülkemizde yazabilmek, bize ait olarak yazabilmek. Bireysellik ya da bireysel düşünce gücü bu noktada ön plana çıkıyor. Ülkemizde yeni yeni yeşermeye başlayan bir fidan olarak değerlendirebileceğimiz bu tür, birçoğumuzun kafasında yabancı patentli melesef. Bu işle uğraşan kişilerin belkide sıkça karşılaştığı bir tartışma konusu bu. Bireysel düşüncemiz ne yazık ki – Eziklik psikolojisi – üzerine yönlendirilmiş. Adamlar yapmış ağabey, biz kim Avrupa Birliği kim ve bunun gibi sürüklenişlerle büyümedik mi hepimiz. Televizyonda gördüğümüz yeni buluşlara ağzımız açık bakmadık mı? O devamlı kendimizi rahatlattığımız, biz hallederiz kandırmacasıyla yetişip sonra hayal kırıklığına uğramadık mı?

Cevabınız evet sanırım. Benim cevabım da öyle. Bunda sadece gavurların mı suçu var acaba. Yoksa bu ülkeyi yıllardır aptalca mevzuların çevresinde dolaştırarak gelişmesini engelleyenler, bu – Eziklik Psikolojisi – kavramına üstü kapalı destek vererek birilerinin şak şakçılığını yapanlarda suçlu mu?

Bir dönem birçok kişinin ağzında olan ve gülerken aslında kendimize güldüğümüzü fark etmeyecek kadar saf olduğumuz – Türkler Uzayda- espirilerini yapanların hiç mi suçu yok. Yavuz uzay gemisinin kaptanı Hüseyin, cümlesinin gülünecek bir şey olduğunu beyinlerimize kazıyanların suçu yok mu arkadaşlar.

Eğer Türkiye’de Bilimkurgu yazmak istiyorsak önce bu bireysel ezikliklerimizden kurtulmalıyız. Kendimize gülmeyi bırakmalı, ülkemiz adına hep ilericiliğin peşinde olmalı ve bilincimizi hak ettiği birikime ulaştırabilmek için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Ancak bu şekilde yeni beyinler, geleceğin güzel ve gelişmiş bir Türkiye’sini hayal edebilir. Ancak bu şekilde hayal etmekle başlayan fidan, yavaş yavaş gerçekleşerek ormanları oluşturabilir.

Düşünüyorum öyleyse varım, hayal ediyorum öyleyse umudum var…

‘’Bilmece gibi kural- Seni saran çember, parçalanmıyorsa eğer, önce ısırmaya değer. ‘’ demiş Nıetzsche.

Bir başka önemli konuya geçmek istiyorum. Düşünüyorum öyleyse varım, hayal ediyorum öyleyse umudum var demiştim. Gerçekten umudumuz var mı bu ülkede?

Hayat, gerçeklerin at koşturduğu bir çeşit düzlük. Tamam düşünüyoruz, tamam hayal ediyoruz her şeye rağmen. Sonra ayakta tutmaya çalıştığımız umudumuzun karşısına dikiliveriyor o -para- denen illet şey. Karşılığını alabilmek, düşüncelerimizi aktarabilmek için hayatta tutmaya çalıştığımız umudumuz bu garip ülkenin garip şartsızlıklarının altında ezilip kalıyor. Zaten kitap okuyan yok bu ülkede diyorlar. Hele bu türü okuyan hiç yok. Gözünüze bakıp zor diyorlar, çok zor. Üçyüz tane, beşyüz tane diyorlar gülerek. Yazma şevkinizi elinizden almaya çalışıyorlar. En acısı, bunu yapanların ben bu ülkenin edebiyatı için çalışıyorum ayakları atması. Evet bilerek ve isteyerek bu argo tanımlamayı kullandım yazımda. Aslında çok daha ağır sözler söylemek isterdim ama yapamıyorum.

Sormak istiyorum şimdi, Türkiye’de yazabilmek nasıl olacak diye. Para denilen bu illet nasıl yenilecek diye. Her şeyi başarmak için paraya ihtiyaç olduğunu bildiğimiz bu ülkede, gerçekten yazabilmek için de paraya ihtiyacımız olduğunu kabullenmeli miyiz?

Ben kabullenmiyorum. Hala bu ülkede parayı değil edebiyatı, kaderi değil şansı, imkanı değil olanaksızlıkları seven birilerinin olduğunu inanıyorum. Ben tüm bunlara rağmen ülkemde yazabilme ihtimalimi seviyorum. Tanıdık bir cümle oldu ama neyse. İkici kitabımın umut veren satış grafiğinin ardından, son kitabım Priamoesr’in Çemberi, Truva Yayınlarından basıldı ve içinde bulunduğumuz dönmelerde raflardaki yerini alacak. Macera-kurgu türünde oldukça keyifli bir yolculuğa çıkmak isteyenleri karşılamaya hazır.

Beyninizdeki yabancı baskısından uzak kalmanız ve bizi desteklemeniz dileğiyle.

BÜLENT ERİŞ

4 Yorumlar

  1. beynimdeki uzak baskıdan uzağım ve sizi destekliyorum 🙂

  2. Turan says:

    Olanaksizliktan gelen bir haykiris, isyan…..
    Hep ayni haykirislari okuyoruz. Emre Kongar’

    in kitabinin ilk sayfasini gecemedim kitabta söyle yazmisti: egitim berbat! Ben de kendi kendime söyle demistim: iyi :-))))))))
    ve kitabi bir köseye attim….

    1. says:

      E çok normal, insan böyle dev bir konu ve doğru tespitle karşılaşınca ya gereğini yapmalı ya da duymamış gibi yapmalı yoksa dengesini muhafaza edemez değil mi? 🙂

  3. Hala -şimdilik- ayda birkaç kitap ve DVD alacak gelire sahibim.
    Yapay kriz-ler ne kadar sürer ve yenileri eklenir mi yaşayıp göreceğiz!

    Sistem kendini gösterdi mi değişim/dönüşüm başlamıştır demektir.

    Hepimizin katkılarıyla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir