Evirip çevirme

Usta işi şeyler her ne ise neredeyse neden bu kadar belli olur? Az önce Robert Benton’un Twilight isimli polisiye filmini izledim. Konu önemsiz, daha doğrusu zaten ele alıp evirip çevireceğiniz bi konu olur, gerçekten önemsiz. Önemli olan onu evirip çevirme yönteminiz! Usta mısınız, acemi mi, ya da pişmekte misiniz bu şıp diye belli olur.

Şu her yerde bahsedilen boyutlar meselesi de aynen böyle bişey; evirip çevirme yöntemi! 🙂 Herhalde sekiz dokuz yaşlarındaydım, Kemalettin Tuğcu’nun adını hatırlamadığım bir kitabını okumuştum. Tarlaların ortasında bi ev vardı, bahçeye açılan tel kapı her açılıp kapandığında “şık şık” diye ses çıkarıyordu, bunu unutmadım! Ne tuhaf başka hiç bişey yok öyküden aklımda kalan. Belki  biraz da toprak, çiçek ve sulanmış bitkilerin buğusunun etkisi, kokusu…

On seneden beri elime almadığım Hiçi Destanı’nın üçüncü cildini aldım kitaplıktan, rastgele bir sayfasını açtım fal niyetine:

“Öte Dünya en sevdiğim yan kuruluşlardan biriydi; çok para kazandırdıkları için değil. Hiçilerin ölülerin beyinlerini makinalara kopyaladıklarını farkettiğimiz anda bir ışık yandı. Sevgili karıma dedim ki, onlar yapabiliyorsa neden biz de yapamayalım? Sevgili karım da der ki, neden olmasın Robin, tabi,  şifreleri çözmem için bana biraz zaman ver yeter. Bana uygulanması  konusunda herhangi bir karar almamıştım. ”

“Olbers’e göre, evren sonsuz ise yıldızlar da sonsuz sayıda olmalıydı. Başka bir deyişle, karanlık bir gökyüzünde yıldızları teker teker seçememeli aksine yıldızlarla kaplı, kör edici parlaklıkta bir ışık kubbesi görmeliydik. Olbers bunu matamatiksel olarak da kanıtlamıştı. Yüz yıl kadar sonra Paul Davies ise şunları savundu: Evrenin devirli olduğu doğru ise ve sürekli genişleyip büzüşüyorsa ve az miktarda madde ya da enerji büzüşmeden kurtulup bir sonraki evrene kaçabiliyorsa o zaman sonsuz bir süre içinde o kaçan ışık sonsuz oranda büyür ve  Olbers göğünü oluşturur. Davies’in farkında olmadığı ise az miktarda enerjinin kurtulduğu salınımların sonsuz olmadığıydı. Aslında şu an birinci salınımı yaşamaktayız
.”

İki gündür uyandığımda gözümün önünde bir görüntü, bi hayal, hadi yazayım onu da şiirimsi bi şey:

Uyandığımda buz kesmiştim, güneşin gölgesi vurmuştu üzerime
Gecikseydim eğer donmuş olacaktım şüphesiz, ne büyük dikkatsizlik
A evet biz de güneş diyoruz kara gölgemize, tuhaf bir tesadüf işte
Bizim illerde her daim ışık vardır, dışardan ışımaz, içerden ışır
Kara gölgenin her gelişine bir gün deriz, aslında o kocaman siyah bir delik
Üstüne düştüğü şeyi bir saate kalmaz dondurur, bu sebeple tetikteyizdir
Uyumayız öyle önüne gelen yerde, salıvermeyiz kendimizi sorumsuzca
İşin en zor yanı, hareketsiz varlıklar barınamaz bizim illerde
Kara güneş, toprağa bağlı olana, uyuyana isabet eder er ya da geç
Her şey hareketlidir, yer değiştirir burada, alışkın olmayana güç
Velakin seyyal olmanın da hoşlukları var, görülür de tadılır yaşadıkça

Sa
02.06.2009- Beylerbeyi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir