Evet evet kesinlikle bi şey kıpırdıyordu!

Önce deli deli güldüm, sonra deli deli ağladım bugün. İkisi için de sebep yoktu.

Diyelim ki kalp masajı yaptım.
Başka bir uygarlıkta belki bu edimlere ağlamak ya da gülmek yerine kalp masajı denirdi. Kim bilebilir ki?!

Olay deşifre etmekle ilgili. Bütün olaylar gelip deşifrasyona dayanıyor.

Diyelim ki karşınızda biri var. O hareket eden bir şeydir. Onun hareketlerini siz deşifre ediyorsunuz. Neye göre? Tabii ki kendi şifre çözücü kodunuza göre. Ve ona diyorsun ki örneğin; “üzülme bu kadar, ağlama!” Belki o sana hayretle bakıyor. Çünkü sen de hareket ettin. Ve onun şifre çözücüsü de senin hareketini deşifre etti ve örneğin sana dedi ki; “sen niye böyle bencilsin?!”

Evet dışarda bişeyler oluyor; ama sen onun “o şey” olduğunu belirliyorsun.

Fizikçilerin dediği gibi; bir şey kıpırdıyordu!

İşte varoluş için söylenebilecek tek şey bu. Bulunduğumuz koddan söylenebilecek son şey. Gerisini bilmek mümkün değil.

Hareketten kastım yalnızca gözle görülen değil. Atomların, elektronların, kuantların bitmeyen dansından söz ediyorum. Evet kesin olan bi şey varsa o da budur; ortada bir kıpırtı var!

Bugün yine Nazan’ı dinledim, 3-5 tur attı CDsi.

Aynı taşa takılan, aynı duvara tosluyor!” diyor. Çok hoş. Sanırım gülme krizleri o zaman baş gösterdi :)))

Varsayalım ki bir bilgisayar oyunu oynayacaksın, hatta bunun yapılacak nerdeyse tek iş olduğu bir yerde olduğumuzu varsayalım.

Oyun kiralamak için bir dükkana giriyorsun. Nasıl bir oyun alırsın?

Oynamaktan bıktığın bir oyunu alır mısın?! Hiç sanmam. En azından ben almam. Eğer bir oyundan henüz bıkmışsam, yeni ve hiç oynamadığım bir oyun alırım. Tabii ki o oyunun birçok seviyesi vardır içinde. Bu beni epeyce oyalayacaktır. Önce keşfedeceğim, her seviyeyi geçmeye başladığımda sevineceğim, kendimle gurur duyacağım ve her dibine kadar gelip zaman yetmediği için geçemediğim level’in başında hayıflanacağım! Sonunda oyunu başından sonuna kadar çuvallamadan oynar hale geleceğim, bir süre de bunun keyfini çıkaracağım. Her oyun sonunda “tebrikler kazandınız!” diyecek rengarenk havai fişek patlamaları arasında, ben güleceğim kahkahalarla. Ve sonunda o da oynamaktan bıktığım ve bir daha adını anmak istemediğim oyunlar listesine girecek.

Evet bir şeyler kıpırdıyor! Teşekkür ederim.

Benim hiç tanışmadığım bir oyunu oynayan kişiye garip garip bakacağım; ne biçim kıpırdıyo bu diyeceğim. Hatta belki de şu elimdekini bitirince onu alayım diye ismini soracağım o oyunun. Onu oynayan da bana tuhaf tuhaf bakacak “isim mi? o ne?!” diyecek belki. Bilemiyorum.

Dükkandaki oyunlar hiç bitmeyecektir. Onlar sürekli geliştiriliyor. Her gün daha komplike (kapsayıcı) oluyorlar.

İşte o oyunlardan birini almışsın, koltuğa oturmuşsun Neo gibi. Hooppp… Matrixin içindesin. Havalara bakarak yürüyorsun, ıslığın dudaklarında. Birden ayağına bi taş takılıyo ve burun üstü duvara tosluyorsun! Hah işte bu taş Nazan ablanın taşı! Böbrek taşı gibi mübarek. Bu oyunu kim oynarsa o taşa takılıyo. Oyunun sonlarına yaklaşmış olanlar için sürpriz olmuyo gerçi. Onlar taşı hatırlıyor üzerinden zıplıyorlar.

Evet evet kesinlikle bi şey kıpırdıyordu!

19/10/2005 ·Günlükten

Anasının Karnından Dizisi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir