Egoist Olma Sanatı

Çağdaş Batı toplumlarının ve onlara benzemeye çalışan bütün dünya ülkelerinin içinde bulundukları sorunlar artık iyice biliniyor. Teknolojinin gelişmesi, insanlara beklenen mutluluğu getirmedi. Teknolojik açıdan ve maddesel planda eskiye göre oldukça ileride olmamıza rağmen, insanî değerler açısından adeta geriledik. İnsanlar bunalıyorlar, mutlu değiller ve yolunda gitmeyen bir şeyler var.
Hastalık belli, teşhisler de aşağı yukarı birbirlerine benziyorlar. İnsanlar hangi yollardan ve hangi düşünsel sistemlerden gelirlerse gelsinler, eğer belirli bir zekâya, iyi niyete ve kaliteye sahiplerse, hastalığın nedenini aynı biçimde teşhis ediyorlar: “İnsan, dünyayı ve orada varolan (kendisi de dahil olmak üzere) tüm varedilenleri birbirlerinden ayrı, ama belirli görevleri olan ve bir makine gibi birlikte işleyen mekanik bir süreç olarak gördüğü sürece, yani evreni birbirinden farklı, hatta düşman ve rakip öğelerden oluşmuş olarak değerlendirmeye devam ettikçe, mutsuzluğu daha da artmakta, hatta bir yok oluşa doğru gitmektedir.”


Herkes bunu başka bir biçimde dile getiriyor. Fritjof Capra: “Fiziğin Tao’su”nda, Erich Fromm: “Sahip Olmak Ya Da Olmak”ta, Karl Marx: “Kapital”de ve diğer birçok düşünür de kendi eserlerinde bunu anlatıyor ve insanları uyarmaya çalışıyor, birlikten kopmanın ve yabancılaşmanın getirdiği tehlikelere dikkat çekiyorlar.
Josef Kirschner, bir düşünür ya da bir bilim adamı olmadığını söylüyor. Doğru da. Halkın içinden yetişmiş, çeşitli işlerde çalışmış ve sıradan bir insan olmakla da övünüyor. Yaptığı televizyon programlarının yanı sıra, yazdığı çeşitli kitaplarla da tanınmış. Bizce onun en özgün yanı, ele aldığı konulara, bilinen toplumsal değer yargılarına ters olarak yaklaşması ve bu yapay anlayışları ters-düz etmeye çalışması. Anlattıklarını, günlük hayatın içinden aldığı örneklerle desteklemesi de, onun daha rahat anlaşılmasına ve popüler olmasına yol açmış.
Bireyin, kendini ezen ve yok sayan toplumsal mekanizmalar karşısındaki durumunu ele alan Kirschner: “Yanlış işleyen bu çarkın dişleri arasında yok olmamak için, kişinin önce kendisini ve gerçek ihtiyaçlarını tanıması gerekir” diye düşünüyor.
İnsan, teknolojik gelişmenin ve toplumsal kurumların arasında yok olmaya doğru gidiyor. Bunu nasıl engellemek gerekir?
Düşünürlerin teşhisleri aynı, ama önerdikleri tedavi yöntemleri farklı. Bizce bu, yalnızca görünürde böyle. Birbirlerinden çok farklı gibi görünseler de, aslında derine inince bütün düşünsel sistemler, bütünsel bir anlayışın zorunluluğu noktasında birleşiyorlar.
Ayrıca, zaten böyle olmak zorundalar. Çünkü dünya planının varoluş nedeni, ayrı ve farklı gibi duran üç boyutlu dünyasal realitenin aşılması ve bütünsel evren kavrayışına geçilmesi. Dünya tarihi de bu hedefe yönelmiş. Herşey insanlığın bu sıçramayı gerçekleştirebilmesi için düzenlenmiş ve düzenleniyor. Yani, tüm varolan birimlerin aynı bütünün parçaları oldukları, birbirlerine bağlı bulundukları ve birbirlerinden haberdar oldukları gerçeğinin anlaşılması ve kabul edilmesi gerekiyor. Söylenen, düşünülen, iddia edilen ya da ileri sürülen herşey, aslında bu gerçeğe yönelik, onun kavranması amacına hizmet ediyor ve birbirlerine tam ters de olsalar, yine de aynı sonuca varıyorlar. Tabii olaya derinden ve bu perspektiften bakmasını bilenler için.
Şimdi, “hiç bir felsefî iddia taşımayan Kirschner’i nasıl oluyor da, evrensel bir gerçeğin dile getirilmesi konusu ile ilişkilendirebiliyor ve onu dinler, düşünürler ve çağdaş bilim adamlarıyla aynı doğrultuda değerlendirebiliyorsunuz?” diye sorabilirsiniz. Hatta bir adım daha atarak: “Kirschner, çözüm yolu olarak insanın kendisine dönmesini, önce kendisini düşünmesini ve egoist olmasını öneriyor. Başkalarını, toplumsal değer yargılarını ve bilinen ahlâkî yaptırımları hiçe sayıyor, bunları aşmamız ve değerlendirme dışı bırakmamız gerektiğini öne sürüyor. Ama siz, onun bütünsel evren kavrayışının bir temsilcisi olduğunu söylüyorsunuz. “Egoist ol, yalnızca kendini düşün” diyen birisi, nasıl olur da bütünsel ve birleştirici olarak düşünüyor olabilir?” de diyebilirsiniz.
Ama “aklın yolu bir” ve görünenlerin ötesine geçmek gerekir. Bakın Kirschner kitabında neler yazıyor: “Bizler yaptığımız işlere genellikle sanki onlar bizim hayatımızdan bağımsız ve ayrılarmış gibi yaklaşıyoruz. Bir işin bizimle bütünleşmesi ya da bizi mutlu etmesi, geri plana itiliyor. Yani iş ayrı, duygular da apayrı öğelermiş gibi ele alınıyor. Böyle bir anlayış ile kimsenin yaptığı işten mutluluk duyması mümkün değildir.” Bir başka yerde de: “Yaptığımız herşeyin bizi mutlu kılabilmesi için, onların bir bütünün uyumlu parçaları olduğunu bilmek gerekir” diyor.
Peki onun için egoist olmak, yani bizim duyunca tepki gösterdiğimiz ve bir olumsuzluk olarak damgaladığımız davranış biçimi acaba ne anlama geliyor? Şöyle yazıyor Kirschner: “Egoist olmak, yapılan olumlu ya da olumsuz herşeyden kişinin kendisinin sorumlu olması ve kendi ayaklarının üzerinde durabilmesi demektir. Egoist bir kişi, yaptığı herşeyin sorumluluğunu kendi üzerine alır ve hiç bir şeyi başkalarından beklemez.”
Görüldüğü gibi, Kirschner’e göre gerçek bir egoist, aslında kendisini tanımayı ve tüm insanî özellikleri öne alan bir insandır. Başkalarının söylediklerine uymak yerine, kendi doğrularına inanan bir kimsedir. Ve insanın tıpkı o eski özdeyişte olduğu gibi “kendini bil”mesi, yani kendi gerçek özünü farketmesi; orada gizli olan evrensel özle birleşmesi ve evrensel bütünselliği hissetmesi anlamına gelir.
Kirschner, Egoist Olma Sanatı’nda işe bir reklamcı taktiği ile yaklaşıyor. Dikkati çekmek ve ilgi uyandırabilmek için, ters çıkışlar yapmak ve bilinenlerin aksini savunmak yöntemini seçiyor.
Aslında yaptığı tespitler ve onlara açıklık getiren günlük hayatın içinden alınmış örneklerle, çağdaş Batı toplumlarının sorunlarına, doğru bir bakış getiriyor. İnsanların neden ve nerelerde bunaldıklarını, sistemin onları nasıl ve ne biçimlerde yanılgılara ve yanlışlara sürüklediğini, görünenlerle onların ardında yatan gerçek nedenler arasındaki farkları, çağdaş ekonomik anlayışların insanları nasıl mutsuz ve kendisine uzak kıldığını gayet güzel bir biçimde ortaya koyuyor.
Bunlara çözüm olarak da, kişinin kendi içine ve bireyselliğine dönmesi gerektiğini savunuyor. Aşırı bireycilik ve yalnızca kendini düşünme tavrı, ilk anda insana biraz ters geliyor. Ama, zaten Kirschner’in amacı ve hedefi de bu. Çarpıcı ve ters olmak, böylece bizi uykudan uyandırmak. Olaylara değişik bir perspektiften bakmamızı sağlamak ve o yüzeysel, hem de sahte olan toplumsal kurgunun perdesini kaldırmak.
İnsanlar Newtoncu fizik ve Descartesçi felsefe çizgisinde hareket ettikleri sürece, yani birbirlerini; ayrı, yalnız, izole edilmiş ve tek başına kalmış olarak düşündükçe ve evreni; tek tek parçaları birbirlerinden ayrı bir biçimde işleyen mekanik bir saat gibi algılamaya devam ettikçe, ortaya böylesine insana ters toplumsal yapıların çıkması kaçınılmaz. Bu anlayış, teknolojik bir gelişmeyi getirdi, ama insanı mutlu etmeyi hiç düşünmedi, yapısı gereği de düşünmesi zaten mümkün değil.
Eğer ben, herkesten ayrı ve tek başımaysam, herkes, benim düşmanım ve rakibimdir. Onlara ne olacağı da hiç umurumda değildir. Tek amacım, kendimi en iyi konuma getirmektir ve bu uğurda yapacağım herşeyi doğru ve mübah sayarım. Belki birlikte yaşamak zorunda olduğum kişilerle “zorunlu ve sahte” bir birliktelik içinde bulunurum, ama daha çok şeye sahip olmamı engelledikleri için de, onlara içten içe kızarım ve hatta onlardan nefret ederim.
Ama insan, bu türlü anlayışlar içinde mutlu olamıyor, çünkü başka gerçeklerin ve daha üst bazı seviyelerin hissini içinde taşıyor ve mantıklı gibi gelse de, böyle bir hayat tarzı onu mutlu edip doyuma ulaştıramıyor.
Bu nedenle işin içine felsefeler, toplumsal kurallar, değer yargıları, ahlâk anlayışları, çeşitli yaptırımlar ve hatta dinler giriyor. Amaç, insanın fiziksel olarak içinde bulunduğu ve yaşadığı “ayrılıklar” dünyası ile ruhsal olarak hissettiği ve ihtiyacını duyduğu “bütünlük” dünyası arasındaki boşluğu doldurmak. Sürekli olarak bütünsel gerçeğe yönelik hareket etmemizi sağlamaya çalışıyorlar: “Komşun açken, sen tok yatma”, “başkasının malına haksızca el uzatma, hapse girersin” ya da “başkalarını düşünmeden bencilce hareket etmek ayıptır” gibi binlerce öneri, kural ve yaptırım, hep bizi bütünsel gerçekliğe doğru yöneltmek içindir. İnsan görüp-algıladığı bu gerçeklikten bir diğerine, bütünsel olana geçmek ve bu sıçramayı yapmak zorundadır. Bu dönüşüm gerçekleştiğinde, dünyanın varolma işlevi de sona erecektir.
İnsan, üç boyutlu dünyanın mekanik düzeni içinde mutlu olamadığı için, bu soruna hep bir çözüm aramıştır. Önceleri felsefî ve dinî düzeyde olan bu arayışlar, son dönemlerde ekonomik boyutu da kapsamış; bireyci, rekabetçi ve düşmanca bir davranışın temeli olan kapitalizm anlayışının tersliği, insanca özlemlerle dolu olan sosyalizm arayışlarına yol açmıştır. Ama aynı çarpık, yetersiz ve eksik insan anlayışına sahip olduğu için, o da insanların özlemlerine bir cevap olamamıştır.
Çözüm ve çıkar yol, bütünsel evren kavrayışına geçmektir.
Josef Kirschner’in “Tüm Eserleri” kapsamında yayınladığımız Egoist Olma Sanatı, onun bir baş yapıtı olma özelliğini taşıyor. Umarız siz de onu, ilgi ve beğeni ile okursunuz.

Kasım 1996-Aydın Arıtan

http://www.aritanyayinevi.com/?Page=AritanAilesi&AID=150&Adim=1&AnaMeID=30&MTIP=0

Not: Sanırım 17 sene kadar önce okumuştum bu kitabı ve çok beğenmiştim, özellikle bireyselleşme sürecindeki kişiler için gerçekten önemli ipuçları sunuyordu. Geçenlerde bu kitap için Aydın Beyin yaptığı bu güzel sunumu görünce paylaşmak istedim belki konuyla yeni karşılaşacak olanlar için bir tetikleyici olabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir