Dört Kapı – Hakikat

UYDUN KURALLARA, GELDİN TAA BURAYA
YALVARDIN, YAKARDIN ÇOKCA TANRIYA
SONUNDA GÖRDÜN ONU CAN GÖZÜNLE
YOKSA HERŞEY BAŞAMI DÖNDÜ, EVLİYA

önceki bölüm için (Marifet) bakınız: https://sibelatasoy.com/?p=2323

Dört Kapı Kırk Makam öğretisinin son kapısı olan Sırrı Hakikat Kapısı, Hünkarın deyimiyle, “Tanrıyı kendi özünde bulma” makamıdır. Bu kapıda, can gözünü perdeleyen perdeler bir bir açılmış, hakkı da batını ve zahiri dünyayı da görür olmuştur. Bir insana baktığında onun bulunduğu makamın derecesini hemen anlar, vaziyete gelmiştir. Hallacı Mansurun‚ “Enel Hak” diye seslendiği kemalet makamıdır.

İnsan, makro alemin (uzayın) değil, mikro alemin de aynası olduğunu ve onları yansıttığını bilir. Büyük ozan Muhyi’nin dediği gibi:

Her ne varsa bu alemde, hepsi mevuttur Adem’de.
Ben de sığar iki cihan, ben bu cihana sığmam

Yaşanmış menkıbe ve olaylardan örneklerle bu kapıyı anlatmaya çalışalım:

Bir Alevi köyünde, bütün yaşlılar bir araya gelirler ve Allah’ı aramaya karar verirler. Dağ taş demeden gezerler. Bulmadan geri dönmeme kararı alırlar, fakat aradan epey bir zaman geçince, birer ikişer elleri boş dönmeye başlarlar. Dönenler köy kahvesinde otururlar ve kendilerinden sonra dönenlerle alay etmeye başlarlar. Çünkü, böyle bir iddiayı deli saçması bulurlar. Her yeni dönene eskiler: “Ne o, buldun mu Allah’ı, nasıl bir şeymiş” diye alay ederler. Sonunda hepsi geri döner fakat bir tanesi geri dönmez. Köylüler merak eder ve beklerler. Kırk gün sonra, saçı sakalı bir birine karışmış vaziyette oda döner gelir. Herkese yönelttikleri soruyu yarı alaycı bir şekilde ona da yöneltir ve şöyle derler: “Ne o, Allah’ı buldun mu?” o da, “evet buldum, bendeymiş meğer, sana bana benziyor” diye yanıt verir. Görüldüğü gibi, onca insan arasından ancak hakkı bulmak, bir insana nasip olur.

Hakla Hakk olmuş, o mertebenin manevi olgunluğuna ulaşmış bir insan, zahiri alemde, kimi zaman batıniliği yaşar. Onun muhabbeti, dinleyenlere, esenlik ve mutluluk verir. Manevi anlamda ilerlemesine yardımcı olur. Bu nedenle, Alevilikte arif insanların muhabbetine katılmak ta bir ibadet sayılır.

Şehitlik mertebesine eriştiği için ünü ölümünden sonra da artıp giden Hallacı Mansur olmak üzere Şibli, Cüneydi Bağdadı, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Nesimi, Muhyiddin Arabi, kadın sufi Rabia ve daha niceleri bu kapıdan geçmiş büyük mürşitlerdir. Acak bunlardan bir çoğu yaşadığı devirde yeterince anlaşılamamıştır. Ünlü Alman filozofu Nietsche’nin dediği gibi: “kimileri öldükten sonra yaşarlar.” sözü bunların akıbetine uymaktadır. Fakat, onlar, zahiri dünyada kalplerde mekan kurarak yaşamaya devam etmektedirler. Sözleriyle, halen insanlığa ışık tutmaktadırlar.

Adından alevi inanç ve kültüründe sıkça bahsedilen Gruhü Naci denilen zümre , Hakikat Kapısına varmış, Hakla hak olmuş, özündeki ilahi kaynağa dönmüş, sır perdesini ortadan kaldırmış, Kamil İnsan mertebesindeki insanların verilen bir isimdir. Bunun, kimilerinin zannettiği gibi zahiri soy, sopla, kanbağıyla alakası yoktur. Gruhü Naci demek, can gözü açılmış, hakikati perdesiz gören insan demektir. Alevi ozanı Sıtkı Baba bir nefesinde, Gruhü Naci’yi ve onun manevi dünyasının açılımlarını şöyle tabir eder:

Ondört bin yıl gezdim pervanelikte
Sıtkı ismin buldum divanelikte
İçtim şarabını mestanelikte
Kırkların ceminde dara düş oldum

Güruhu Naci’ye özümü kattım
İnsan sıfatında çok geldim gittim
Bülbül oldum bir dost bağında öttüm
Bir zaman gül için zara düş oldum

Bu kapıya gelip, Hakla Hak olmuş kişi, Hakikatın dil yoluyla anlatımının mümkün olmadığı bilir ve gerçeği mecaz ve sembollerle anlatmaya çalışır. Aynı mertebeye gelmiş bir insan bu mecazlardan, içindeki Hakikatı ve ozanın ne söylemek istediğini hemen anlar.
Sıtkı Baba’nın yukarda sunduğumuz nefesi de, baştan başa mecaz ve kinayelerle doludur. Ruhsal tekamülü, arınmışlar zümresi olan Güruhu Naci’yi, hakikatin ancak arınma ve olgunlaşmayla anlaşılabileceğini, ilahi-aşkı ve daha bir çok gerçeği ritmik bir uyum içerisinde dile getirmektedir. İç yaşantısındaki manevi ahengi ve esenliği nefeste hissetmek gene de mümkündür.

Bu kapıya ulaşmış insan, varlığın sürekli bir tekamül içerisinde olduğunu anlar. Kalıplaşmış dinlerdeki ceza, yargı, cennet, cehennem, sırat köprüsü gibi kavramlar farklı anlamlar taşır. Hepsi de bu dünya hayatında olmaktadır. Sırat Köprüsü, ölümden sonra geçilecek, kıldan ince kılıçtan keskin olduğu tabir edilen bir köprü değil, dünya hayatında insanın ruhsal tekamülünü tamamlayarak, aslı olan nura kavuşmak anlamına gelir. Cennet ve cehhennem ise dünya yaşantısındaki ruhi halin sembol diliyle anlatımıdır. Eğer kişi tekamülünü tamamlamak yerine nefsî dünyanın karan