Cahilliğin panzehiri?

Bana göre cahillik, belirli bir zümreye ait değildir, tahsil durumu ile, zaman ve yer ile, cinsiyet ya da aklınıza gelebilecek her türlü sınıflamalara dayandırılarak belirlenemez.
Nedir o halde cahillikten kasıt? Şüphesiz pek çok tanım getirilebilir fakat bana evvelden beri gelen ilk düşünce; “cahilliğin, etkili dinleme yapamama durumunun yarattığı hal” şeklinde olmuştur.
Belki bu düşüncem nedeniyle “etkili dinleme” konusunu sık sık ele almışımdır 🙂 Şöyle geriye dönüp baktığımda yaşamımın büyük bir kısmı “etkili dinleme” bazlı uygulamaların öğretilip/öğrenilmesine adanmış, yani belki farkında bile olmadan etkili dinleme konusunda ustalaşmaya çalışmışım. Cümlenin başına dönersek demek ki kendimi cehaletten kurtarmaya çabalamışım, hem de Castaneda’nın tabiriyle can siperane olmuş bu çabalarım, ya ölüm ya cehaletten kurtulma! Kendime ve tüm frekans kardeşlerime şefkat duyuyorum 🙂
*
“Bazı kişilerden duyuyorum; “Birdenbire uyandım ve görmeye başladım!”…
Peki bu “Uyanmak da nedir?” diye sorulacak olursa cevabı şu:
Uyanmak, insanların; “Görebiliyorum, dokunabiliyorum, tadabiliyorum, koklayabiliyorum, ah, o halde var demektir” dedikleri ‘5 Duyu Bilinci’nin, çok ötesine geçmeleri demektir. Daha başka bir deyişle, sonsuz bilinçlerinin çok daha derinliklerine ulaşabildikleri ve dünyayı algılama/gözlemleme noktalarının çok daha geliştiği ‘çok boyutlu bilinç’e ulaşmalarıdır…” Diyor David İcke.
Buna katılıyorum zaten yıllardır bu konuları işliyoruz gündelik hayatımızda. İlave olarak eklemek istediğim bir şey var; İcke bu pasajda sanki herkesin beş duyusunun aynı derecede kullanıldığını varsayarak müphem bir “sonsuz bilincin çok daha derinine ulaşmak”tan bahsediyor. Oysa ne insanlar olarak ne de varlıkların tamamı olarak biz bu beş duyu yetisinin ne kadarını kullandığımızı pek de bilmiyoruz. Bu tıpkı DNA’mızın sadece -belki- %25 lik kısmını kullanmak, beynimizin -belki- %15 lik kısmını kullanmak gibi bir şey. Yani henüz beden kabiliyetlerimizin ufacık kısmını kullanabiliyorken eldeki tavuğu bırakıp komşudaki hiç bilinmeyen kaza göz dikmenin pek de manası yok. Ben şahsen önce kendi assetlerimi tam kapasiteyle kullanmak istiyorum. Kişisel arzum budur 🙂 Çok boyutluluk dendiğinde bu başka yer/zaman ve şeyle alakalı olmadığına göre, beş duyuda derinleşmenin zaten çok boyuta adım atmak olup olmadığını nerden biliyoruz.
kelebekpiscis-4
6 duyumuzun etkinlik oranı arttığında bazı güzellikler gibi hoşnutsuzluklar da daha derinlemesine hissediliyor, bunu da akıldan çıkarmayıp ölçülü arzularda bulunmak lazım. Malum fizik bedenimiz eski enerjiye göre şekil almış yani eski model bir sürüm. Bilinç frekansı artıp fizik beden frekansıyla örtüşmeme durumları söz konusu olabiliyor. Zaten Nithyananda ve başka bazı üstatlar bilgeliğin en son fizik bedene geldiğini söyler. Bir çok üstat fizik bedenle uğraşmak istemeyip hemen tası tarağı toplamış gitmiştir bu dünyadan. Fakat bu devirde  dünya ve fizik bedenin frekansını yükseltmeye daha çok adanan var, sanki bana öyle geliyor.
O halde; 1. duyu organlarının insan krallığında kabul edilen ortalama frekans aralıkları-limitleri her insana göre ufak tefek hatta bazen denge bozacak ölçüde (hastalık) farklı olabileceği gibi 2. algı/idrak ölçüsünde nerdeyse sınırsız bir derinliğe sahip olacağı açıktır. Burada 3. öğe olarak değilse de ikinci maddeye “yorumlama sisteminin” dahil olduğu kaydını da düşelim.
 İnsanda duyu organı eğer çalışıyorsa her insan bunu kendi yorumlama sistemine göre yani ona 0-6 yaş arasında konulmuş olan şifre çözücüye göre bilgiye dönüştürür, ortaya her bir insanda farklı bilgi çıksa da bilgi her şekilde çıkar ancak bunların çoğu ilgimize hitap etmiyorsa bilinçli algılanmaz, bilinçaltına kayar, işlem otomatiktir. Bilinç altındaki bilgiler de insanı farkında olmadan yönetir! Bu sebeple rüyaların aydırılmasının öneminden bahsederiz. Tabi bir de NİYET var ki çoğu zaman niyetimiz bilinçli zihnimizce bilinmez ve onun tüm bu anlaşılma süreci üzerindeki etkisi yadsınmaz bence.
Bu da david İcke’ye itirazımın tam açıklaması oluyor 🙂 
Not: Bilindiği gibi lineer bir varoluş aralığında yaşıyoruz, fizik alemimizin limitleri aşağı yukarı yaradılıştan belirlenmiş. Fakat kişi bilincin daha yüksek kaynaklarına öyle ya da böyle erişebiliyor bunlara soyut alemler deniyor burada doğal olarak,anlayışı derinleşen, bir şekilde birliği tecrübe eden çok boyutlu işletim sistemin farkına varan kişi toplumda bizim üstat diyebileceğimiz kişiler oluyor. Bunların soyut bedenleri aktif haldedir, rüya bedeni, mental beden vs gibi ve doğum-ölüm çarkının farkındadırlar. Bu kişilerin çoğu toplum daha kendilerini fark bile etmeden dünyadan çekilip gidiyorlarmış. Bazıları da dünyanın bilincine katkı sağlamak için fizik bedenlerini mevcut frekanslarına uydurmayı başarıp dünyada kalıyorlar, biz onlardan bazılarını tanıyoruz, örneğin peygamberler, veliler, ulular gibi isimler veriyoruz.Şu an yaşayanlar da var örneğin Echart Tolle, Nithyananda gibi. Bu konuda yazılı kaynaklardan hatırladığım olursa paylaşırım, şimdilik aklıma gelen özetle bu kadar.
*
Hayal dünyasının derinliği, başta el olmak üzere uzuvlarımızın becerisi ile birleştiğinde ve de kendimizi “o an” içinde kaybettiğimizde aumakuamız tüm parlaklığı ile o işin içinde beliriyor. Ortaya çıkanların göz kamaştırıcılığı gerçekten de tartışılmaz oluyor. Belki sadece bu işlevi geliştirmeye çalışan bir medeniyettir insanlık.

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir