Bir kadını Öldürmek…

Evet uzun süredir bunu planlıyorum.

Belki bazılarına en azından profesyonellere çok kolay gelir ve hatta kimse benim şu andan itibaren anlatacaklarıma inanmak istemeyebilir.

Olabilir, taş düştüğü yerde ağır.

Ben zorlandım. Hayır hayır geçmiş zaman kullanarak kurtulabileceğim bir sorun değil bu; z.o.r.l.a.n.ı.y.o.r.u.m.

Bekara karı boşamak kolay derler. Bana gülenleri görür gibiyim. Gülün gülün! Ben de size güleceğim, zamanı geldiğinde.

Bu kadın neyim mi olur?

Boş verin şimdi bunu. Konu kesinlikle bu değil. Belki…

Belki ileride bunu da söylerim. Neyse önemli olan gerçekten kahrolası yakınlık derecemiz değil. Sorun onun ne derece belalı biri olduğu!

Ve neden bu sebeple öldürülmesi gerektiği.

Onu çok uzun zamandır tanıyorum. Evet bu cümle şu an için doğru ama belki bir saat ya da bir hafta sonra yanlış olacak. Çünkü onu takip etmek çok zor. Bir balık gibi kayar avucunuzdan. Bir an tamam dersiniz işte bu! Siz daha keyfini çıkaramadan başka sularda yüzmeye başlar Allahın belası!

Kadın milletinin tamamı böyle midir? Bilemiyorum. En azından benim öldürmeye zorunlu olduğum kadın tamı tamına böyle.

Kızgın olduğumu düşünüyorsunuz, belki de onun karım olduğunu ya da lanet patronum olduğunu sanıyorsunuz. Fark eder mi? Yoksa sizde de mi var bir tane?

Her neyse ben planıma dönmeliyim. Zaman geçiyor. Hem de hızla geçiyor. Ve o benim sonumu keyifle hazırlarken böyle lak lakla oyalanacak değilim.

Çocukluğunu hayal meyal hatırlıyorum. Kıvırcık saçları, pırıl pırıl parlayan kahverengi gözleri, melek gibi kandırıcı gülümsemesi ile insanları ne kolay etkilediğini düşünüyorum da… Ne kadar safmışım. O bir büyücü! Hem de su katılmadık lanet bir büyücü.

Hep bu gücünün nereden geldiğini merak etmişimdir. Her şeyi bilen ukala tavırları ve karşısındakileri anlayışla süzen o gizli kibiri.

Çok ama çok daha sonraları duruma aydım. Onun gücü kendini kandırmaktaki ustalığında yatıyor. Kendini ikna etmiş birine karşı öylesine çaresiz olunabiliyor ki şaşarsınız. Ona ve samimiyetine hayran olmaktan başka seçeneğiniz kalmıyor. Üstelik kendi yalancı kişiliğiniz bozkırda bir korkuluk gibi capcavlak ortada kalıyor. O ne kadar samimi olursa siz o kadar dikkatli ve tedirgin oluyorsunuz.

O bir ölüm meleği. Öylesine güzel, öylesine akıllı ve ikna edici. Donarak ölmek gibi isteyerek severek dizlerinin dibinde uyuyabilir ve bir daha uyanamazsınız.

Sanırım ondan nefret ettiğimi anlamışsınızdır artık.

Ve ona taptığımı da!

Onu öldürmenin zorluğunu ve zorunluluğunu  belki şimdi daha iyi anladınız. Daha durun. Daha başlamadım bile.

O, kadınlardan çekinir hatta bazılarından korkar bile. Oysa erkekler, ah onlar dişinin kovuğunu doldurmayan zavallı çerezler. Kadın hakları, ezilen kadınlar, erkek mezalimi! Gülerim…

Onun adına güldüm. Çünkü bütün bu martavalları yutmaz o. Çünkü o bir cadı! Belki de hepsi böyledir bunların.

Durun bir dakika. Kapıda bir ses mi var? Kilit sesi! Geldi galiba.

Daha çok anlatacağım var, bir yere ayrılmayın. Bunu reklamlardan öğrendim. Başbelası televizyonlardan ve onların iğrenç, metalik, çığırtkan duyurularından.

 “Aşkım, sen burada mıydın? Korktum valla. Zili çaldım duymadın mı?”

“Dalmışım herhalde”

“Ne yapıyorsun orada? Chat mi yine?”

Allahım o güzel yüzündeki bu anlayışlı, küçümser ifadeden nefret ediyorum. Biri beni çimdiklesin, uyanmak istiyorum.

“Yooo, yazacağım makale için bilgi topluyorum. Bak istersen”

“Ne istersen onu yaparsın aşkım. Seni hiç kontrol ettim mi bu güne kadar? Sen özgür bir adamsın. Kahve ister misin?”

İğrenç! İğrenç! İki yüzlü cadı.

“Evet lütfen canım”

Seni öldürmek benim boynumun borcu. İnsanlık için yapacağım en büyük hizmet bu olabilir.

“Dur amaaa. Bak şimdi suyu döktürdün. Sen benim yapışık ikizim misin?”

“Özledim ama”

“Ben de seni özledim bir tanem. Ama bi dur. Nefes alayım.”

Al tabii. Daha o cillop zihninde yeterli istek ve plan oluşmadı değil mi?

Önce beni yeterince süründür. Süründür ki, tam kıvamına geleyim, uşağın olayım. Sonra karşıma geç ve ben seni hiç kontrol ettim mi bitanem diye sor. Yemezler! Binlerce yıldır sağdığınız ineğin gözü açıldı.

“Buraya mı koyayım kahveni?”

“Lütfen canım. Gel yanıma otur.”

Nasıl kedi gibi sokulur. Hemen uzatır bacaklarını kucağıma. Bunun tek anlamı var. Hadi lütfediyorum ayaklarımı ov biraz.

“Dışarısı nasıl sıcak bilemezsin. Bayıldım, bittim”

Neyse yaz gelince biraz rahatlıyorum; çünkü gerçekten sersemliyor. Onunla kışın asla boy ölçüşemezsin. Bir lokmada yutar valla

“Ah canım benim. Toplantı nasıl gitti?”

Öylesine sorulmuş bir soru işte. Nasıl gittiğini, gideceğini biliyorum. O nasıl istediyse her şey zaten öyle olacak. Her şey iğrenç bir oyun.

“İyiydi”

“İşi aldın mı?”

“Evet de, zaman sıkışık , hava sıcak biliyorsun”

Bilmez miyim? Bu iş olmayacak o zaman, mademki cadımız sıcak sevmiyor, o zaman bu iş feriştah gelse olmaz.

“Neyse hayırlısı olsun canım”

“ıııııımmm”

Yaa öle gerin işte, az önce bir ceylan avlamış dişi bir kaplan gibi memnuniyet sesleri çıkar. Köleniz iş başında.

Ha şimdi biraz kendine geldi. Serinledi. Zihni henüz icat edilememiş bir bilgisayar programı kadar sonsuz açılara, yönlere doğru işlemeye başladı. Tanrı bizi korusun.

Ayaklarını çekip toparlandı başını göğsüme koyup, koklamaya başladı

“Ne güzel kokuyorsun aşkım”

“Öyle mi?”

“eveetttt. Güneş kokuyorsun. Her zaman mis gibisin zaten. Nasıl böyle olabiliyorsun?”

“Bilmem”

“Iıııııımmmm”

Başladık!

“Biliyor musun ilginç bi  şey oldu bugün?”

Bir de böyle söylemez mi! Allahım sen aklımı koru. Sanki her şeyi planlamıyor, ince ince, iğne oyası gibi döşemiyormuş gibi bir de hayret eder ya! Yok yok bu kadının yaşaması insanlık için tehlikeli.

“Yine mi?”

“Niye öyle söylüyorsun amaaaa… Duyan da her dakika ilginç bir şey olduğunu sanacak”

“Ne bileyim, öylesine söyledim işte. Eeee neymiş o ilginç şey bakalım?”

“Alay ediyorsun”

bu küsmüş yüz ifadesine dayanamayacağımı sanıyor. Aslında biliyor. Cadı!

“Nerden çıkardın tatlım. Söyle hadi. Merak ettim şimdi”

Merak filan ettiğim yok. Bu cadının artık hiç bir şeyini merak etmiyorum. Her şeyi spontane yaptığını sanan, kendini kandırmışlığın mukabele edilemez gücüne sahip bu kadının hiçbir şeyine inanmıyorum ben. İşte bu sebeple onu öldüreceğim.

“Toplantıya girmeden önce lobide bekliyordum. Bir adamla tanıştım.”

Al işte!

“Eeee?”

“Adam… Neydi ismi yaaaa? İşte isim tutamam aklımda biliyorsun. Gerçi kartını verdi, çantamda. Neyse adam yogiymiş.”

“Yogi?”

“Yoga öğretmeni yani”

İşte bunların başlıca sahası! Anlamadığınızı düşündükleri, güçlü oldukları saha bu. Siz öyle aval aval bakarken, onlar cümleleri sıralarlar. Kendinizi uzaydan gelmiş gibi hissedersiniz ve çaresizlikle şu hatayı yaparsınız

“Amaaaan… Ben de yeni bir şey sandım”

Bitti işte! Bu akşam yogi falanca beyimize kurban edilecek.

“Kıskandın mı ne? Hahahahahahahah”

Ah bu acımasız kahkahalar. Senden ve küçümseyici kahkahalarından nefret ediyorum.

“Ne alakası var?”

“Ne bileyim… Birden yüzün bi tuhaf oldu da”

olur tabii. Ben yogi efendiye değil kurban edilecek akşamımıza tuhaflaşıyorum. Senin umurunda mı. Nasılsa bedenine hakimsin. Günlerce kendine hakim olabilirsin. Sevişmezsin!

“Alakası yok aşkım. Eeee Yogi beye ne olmuş?”

“Bak yine alay ettin”

Hay dilim kopsun. Hadi biraz atağa geç oğlum, gece gitti gider. Ênerjini kullan. Çekiciliğini. Kullan işte ne kullanırsan kullan ama çabuk.

“Aman da sevgilisini kıskanırmış bu tatlı adammm”

İşte burada susmak lazım, yoksa annenin nikahını seyredersin!

“Neyse işte. Adama yogaya gitmek istediğimi, uygun bir yer ve zaman ayarlayamadığımdan dertlenince, çok ilgilendi”

İlgilenir tabii, Kavat! Bulmuş cillop gibi hatunu

“Eğer evde bir gurup ayarlayabilirsem buraya da gelebileceğini söyledi. Hem de hiç pahalı değil. Bulunmaz bir fırsat değil mi? Gidip geleceğin taksi paralarını, kaybedeceğin zamanı düşünürsen hiç bi şey değil valla. Haksız mıyım? Hem sen de katılırsın belki. İstiyorum demiştin değil mi?”

İstemez miyim? Seni bir de bu pezevenkle yalnız mı bırakacağım? Hayır öldürmeden önce asla!

“Evet kesinlikle istiyorum sevgilim.”

Başını göğsümden kaldırıp yakın plandan yüzüme bakar dik dik. Acaba ciddi miyim, alay mı ediyorum, gerçekten istiyor muyum? İstemediğim hiçbir şeyi yapmamı tercih etmez. Özgür iradeye gönülden inanır. Düzüleceksem bu mutlaka gönüllü olmalı!

“Vallahi istiyorum. Daha geçen gün bizim sekretere sordum bildiği bir yer var mı diye”

“Tamam o zaman. Harikaaa! Bizim Şebneme de söyleriz. O da istiyordu. Senin Nedret de ister mi acaba? Dört kişi olsak acayip ucuza gelir”

Neyse ikna oldu. Yine de dikkatli olmak lazım. Her an işkillenebilir. Galiba geceyi kurtardık

“Benim Nedret mi?!”

“Evveeet. Hani şu yeni başlayan editör hanım”

Tamammmm. Bir bu eksikti.

“Nerden çıktı şimdi o?”

O güzel kıvırcık baş tekrar kalkar göğsümden. Yine yakın plan bir bakış. Öyle saf ki! Ve habire saçlarımı okşayan sol eli bir kelebek gibi.

“Ya sen geçen hafta Nedret Hanım doğu felsefesine meraklıymış, sizi tanıştırmak istiyorum filan dememiş miydin? Ay uyduruyor muyum yoksa? Kafam çok dağınık vallahi. Ne olacak bu halim”

Doğru. Vallahi doğru. Buyur buradan yak. Kim bilir hangi detayı göz ardı edeyim diye sokuşturmuştum doğu felsefesi zımbırtısını. Hiç mi unutmazsın sen be kadın!

“Yoo, doğru söylüyorsun. Ben unutmuşum. Önemsemedim herhalde”

“Ayy neyse! Kafayı yiyecektim. Yapma bana böyle”

Artık bu lafa lafla cevap verme saflığına düşersen boşuna cinayet planı filan yapma oğlum. Bu kadın seni beşbin kez daha gömer.

Gözlerine öyle bir bakıyorum ki, anında dudaklarımız birleşiyor. Uzun ve onun değimiyle dağınık bir öpüşme yapıyoruz.

Bu saatten sonra konuşmasına imkan vermemeliyim. Dudakları öyle güzel ki. İri ve dolgun kirazlar gibi. Hele düşünmesine asla izin vermemeliyim. Kanepede yana doğru devriliyoruz. O benim tişörtümü çekiştiriyor. Ben televizyonun kumanda aletini yere düşürüyorum. Kapağı bir yere pilleri başka yere saçılıyor. Nereye saçılırsa saçılsın!

Kendimden, bu kadından, düzenden, her şeyden nefret ediyorum. Yatak odasına doğru arkadan beline sarılmış pozisyonda tren vagonları gibi badi badi yürüyoruz.

Darlıktan daralır. Dar yerleri, dar vakitleri sevmez o. Geniş çayırlara yayılmalıyız.

  ***

 Bölüm 2

 Bir kadın tarafından doğurulmak zorunda mıydım?

Örneğin beni babam doğursaydı her şey farklı olabilirdi.

Eğer kadın olmasa bu dünya bizim için bir şey ifade eder miydi?

Para için, iktidar için, ahlak için savaşıp da ne yapacağız, kıçımıza mı sokacağız kazandıklarımızı?  Onları bir kadına sunamadıktan sonra ne anlamı kalır.

Sunamayanları gördük; ya delirdiler, ya önce filozof olup sonra delirdiler, ya da intihar ettiler.

Oysa kadın öyle mi?

Hayır! Çünkü o bu dünyanın malı. Dünya OYUNunun sahibi, sonsuzca sürebilmesinin garantisi.

Kadınla erkek arasındaki OYUN, acımasızca adaletsiz.

Çünkü bütün maçlar bizim için deplasmanda oynanıyor.

Dünya kadınların sahasıdır.

Ve bizi ne için doğuruyorlar sanıyorsunuz?

Doymaz iştahlarından. Gezegenin karnı doymuyor. Yolculuğa devam etmesi lazım. Nasıl olmuşsa olmuş kaynağından ayrı düşmüş bir kere. Onu biz erkekler besleyeceğiz!

Kanımızla, canımızla, terimizle, menimizle, saflığımızla sulayacağız toprağını. Yaşarken de akıtacağız içine, öldüğümüzde de yatacağız içine.

Böyle korkunç bir senaryoyu daha Hollywood bile bulamadı.

Eğer dünyayı seviyorsan, kadını da sev o zaman. Çünkü ikisi aynı şey.

Teslim ol ona, zevk al. Bunda yanlış bir şey yok.

Ama lütfen özgürlükten, büyük buluşlardan, büyük fikirlerden bahsedip de güldürme kadınları! Bari gülünç olma.

Kurtuluşu olmayan bir kapan varsa o da dünya illüzyonudur.

Asıl düzülen bizleriz çünkü.

Kadını sevmekle, ona sunaklar hazırlamakla ve onu dölleyerek, sonsuza kadar düzülüyoruz biz.

Amazon dönemi bitti diye içiniz ferahlamasın yani. Zaten öyle bişey hiç olmadı. Bu hikaye dünya oyununun ve onun tüm zamanlarının öyküsüdür.

Eğer dünyadaki tüm kadınları öldürsek, hatta hızımızı alamayıp tüm canlıların dişilerini öldürsek dahi değişen bişey olmaz. Çünkü dünyanın kendisi dişidir.

Kendi kapanına baş kaldıramazsın,  ancak mastürbasyon yaparsın.

Fakat aslında işler bundan çok daha karışık.

  ***

 Bölüm 3

 Her zamanki gibi erken uyandım. Zaten “kaçta yatarsam yatayım..” diye başlayan geyiği de ben icat etmiştim. Yani gündüzlerin  adamı olan, bu cinayeti tez elden planlayacak olan ben.

Müstakbel kurban içeride uyuyor, saat onbirden önce de uyanmaz.

Yani plan yapmak için daha çok vaktim var!

Kendime poşet çay yapıyorum. Bilgisayar açık bırakılmış, hatta çalıştığı dosyaları bile kapatmamış haspam. Her şeyim açık, al, yut beni diyor. Sabaha kadar çalışmıştır. Kim bilir neler yumurtlamıştır ben uyurken.

Seviştikten sonra hemen uyumamı çok normal karşılar; güya o işi yaparken enerji değiş

tokuşu yaparmışız. Kendisindeki ölümcül negatif enerji bana, bendeki hayati pozitif enerji ona geçiyormuş. Böylece ben uyur, o uyanıklaşırmış.

Her şeyi biliyor ya, allahın belası!

İyi ki bir enerji kelimesini öğrendiler. Onu zaten Newton bulmamış mıydı? Ya da Einstein. Her kimse işte.

Zaten dünyada kadınlardan doğru dürüst bilim kadını çıkmamış, filozof çıkmamış, kahraman yok, lider yok. Bu kadınların acınacak hallerine de anlayış göstermek lazım. Fakat yine de beni sinirlendiriyor işte. En iyi bildikleri şey harcamak; parayı ve erkekleri! Sanki kendi icat etmiş gibi “şimdi bu enerji…” diye başlayan her lanet cümlesinden sonra bir kez öldürmeliydim onu. Ancak o zaman hırsımı biraz alabilirdim.

Neyse biraz işime bakayım. Ne iş mi yapıyorum? Aslında buna iş bile denmez de kendimi açık açık işsiz sınıfına sokmak istemiyorum. Maazallah Türkiye’nin gizli-açık işsiz oranının bir parçası da ben olmayayım. Evet hiç olmazsa ülkem için bunu yapabilirim. Çözümün parçası değilsem de sorunun parçası olmayabilirim.

Beni “işliler” sınıfına sokan tanınmış bir magazin dergisinin daimi yazarı olma sıfatı. Ayda bir yumurtlayan nadide bir kuşum ben. Bazen başka bir gazete ya da dergi için de yumurtladığım olur ama bunlar arızi şeyler tabii.

Herneyse, bu ayki yazımı göndermeden önce biraz daha rötuş gerekiyor. Dişçi bir kuzenim var, kendisi matrak bir adamdır ve bana yazılarımın “diş sökmek” gibi olduğunu söyler. Güya her ağrıyan dişi söküp atmak istermişim ben; üstelik söktüklerimin yerine bir çözüm de bulamıyormuşum ve dişsiz ağzımla yiyecekleri ve sözcükleri gevelemeye çalışıyormuşum. Böyle sadık okuyucular dostlar başına. Onun tuzu kuru tabii. Evlenmiş çoluk çocuğa karışmış. Bizim gibilerin halinden anlaması pek mümkün görünmüyor gözüme.

 Üzerimdeki bu uykulu baygın hal!

Uyandır beni barmen. Kahrolası bir içki yap; bol kahveli, konyaklı olsun. Yok yok daha iyisi sen şu kenardaki tip kutusunu indir kafama.

Uyanmak istiyorum. Bu lanet oyundan gına geldi bana. Hadi yap şunu, okkalı bir çimdik at koluma.

Bu dünya, bütün bu anlı şanlı görüntüsü, delinmeyen kuralları, delinebilen kuralları vs vs ile dahiyane bir oyun işte.

Buna nasıl mı karar verdim? Tekrarları gördüm! Sıkıcı ve biteviye tekrarlar. Berbat bir kadın-erkek oyunu. Ya da daha iyi tanımıyla kutuplar valsi. He he he darbe iyi geldi oğlum. Uyanmaya başladın. Bu ne güzel bir isim böyle; kutuplar valsi!

 “Günaydın bitanem”

“A uyandın mı canım. Erkencisin bugün?”

“Yoo saat onbire geliyor, hem fazla geç yatmamıştım. Kahve ister misin?”

“Hayır ben almayım. Şurada az bi işim kaldı, çıkacağım”

Zaman ne çabuk geçiyor. Sen uyanıncaya kadar atı alan üsküdarı geçiyor.

“Aa gidiyor musun? Bugün de kalmayacak mıydın? Bak hep böyle yapıyorsun”

Adi kadın. Bugün de kalmayacak mıymışım. Kalsam yarın kapı dışarı edilirim.

“Dergiye uğramam lazım sonra da eve gideceğim biraz işlerim var hayatım”

“Hay Allah! Ben de birlikte dışarı çıkarız filan zannediyordum”

Boşuna bağırıp durma mutfaktan, içinden çektiğin “ohh” u duyuyorum ben.

“Bir dahaki sefere sevgilim”

Bende bu dangalaklık oldukça daha çok seferler yapacağım dünya hanfendiye.

İki kutup arasında kaç meridyen ve kaç paralel vardı? Dur elim deymişken bir bakayım. Zaten adım lüzumsuz işler uzmanına çıkmış, bir eksik bir fazla ne fark eder.

Lüzumlu işlerle uğraşamayanlar lüzumsuz işlerle iştigal eder der kuzen.

Her şeyi bilen kadına sorsak bunu da bilir. Neyse artık yirmidört saat açık adsl var, bunu bari kendim öğreneyim. Ona ne kadar az muhtaç olursam o kadar iyidir.

“Sevgilim bir şey yememişsin, sana tost yapayım mı? Aç karnına gitme”

“Ah evet, acıktım aslında”

!!! Ben bir öküzüm.

Ve salaklık hep karnımı acıktırmıştır.

Kuzey kutbu ve güney kutbu. Ya da anot ile katot.

Bakın bu ezopun hikayeleri kadar şık bir başlık olur:

Anot ve katot hikayeleri.

Baş harfleriyle baksan AK oluyo. Bu da onun aslında OK olduğunu gösteriyo ve OK ise ön Türk dilinde yüce insan, yönetici anlamına geliyormuş. Zaten cinsiyet simgesinde de ok erkeği temsil ediyor.  Tersinden bakarsan KA oluyor, bu da Mısır da yaşam enerjisi. Bak sen scrabble bilgilerim ne kadar işe yarıyor!

Buna serbest çağrışım deniyor. Bir dahaki ay yazımı bu konuda hazırlayım bari.

Serbest serbest salınınca hangi b.. batacağımız belli olmaz der kuzen.

Bu arada google soruma cevap verdi. (Tanrının sesi gibi! İste bulsun, iste versin!)

360 meridyen, 180 paralel var. Bunu neden böyle öngörmüşler acaba? Şimdi çık işin içinden çıkabilirsen.  Bu hesaba göre İki meridyen arasında dört dakika var. Bu önemli olabilir!

“Al aşkım, istediğin gibi kıtır kıtır oldu bak. Soğutma ama”

“Harikasın”

“Portakal suyu da getirdim. Hem de taze taze sıktım bebeğime”

Bak bana, besle beni boğa niyetine

“Sağol yaa, zahmet oldu sana, şurda önemli bir şeye takıldım, yardım edemedim sana”

“Benim için zevk oldu. Önemli şey ne?”

Aman merak et. Hiçbir şeyi kaçırma sen

“Yaa gelecek ay yazım için bi şeyler not alıyorum. Bakma şimdi sen.”

Bir öpücük, anlayışlı bir iç çekiş

“Hımm sürprizi bozmayayım o zaman”

 Tost gerçekten de nefis olmuş. Şaka maka “anot katot hikayeleri” beni iyice sardı. Bir an önce gidip kendi bilgisayarıma kavuşayım. Elim kaşınmaya başladı. Bakarsın ilginç hikayeler çıkar bu çağrışımdan.

 Bölüm 4

 Orgazm olduktan sonra neden rahatlıyoruz?

Bana dünya oyunundaki bütün koşturmacalar orgazm için gibi geliyor.

O anda bir şeye kavuştuğumuz için mi yoksa bir şeyden kurtulduğumuz için mi rahatlıyoruz?

Bunun üzerine hiç düşünmemişim. Daha önce hiç düşünmediğim bir konu bulmak ne güzel. Milli Piyango vurmuş gibi.

Çözüm şöyle olabilir, en azından biri budur.

Orgazm olunca hem bir şey buluyor hem de kaybediyoruz.

BİRliği buluyor, ayrılığı kaybediyoruz. Ve demek bu bizi rahatlatıyor. İlginç!

Ama rahatlığı bulma anımız yeniden ayrıştığımız an’a denk geliyor. BİRlik anı coşkulu bir yok oluş ve hemen ardından gelen rahatlama; “evet evet ben yine varım, şükür ki varmışım, dünya bir yana ben bir yana!” Gülerim ben buna…

Şiir gibi oldu.

Dünyayı kızdırma, kadınları kızdırma!

Bu oyundan çaktırmadan,  düzeni bozmadan, usul usul tüymelisin.

Tevekkeli değil orgazma önceden beri önem veririm. Ha bir de Aşka.

Aşk, dikkat enerjisinin olabildiğince üst seviyede yücelmişi.

Aşk kavramını kadın-erkek arasında bırakırsan kısır bir oyun olur. Oysa aşk her iki şey arasında olabilir; bu bir cerbezedir. Anot-Katot hikayesi.

Anotlar kendi arasında, katotlar kendi arasında kayda değer bir ilişki pek yaşamıyor gibi geliyor bana.

Oysa bir An-Ka, adeta anka kuşu gibi kafdağının ardına yeni ve büyülü bir yolculuk başlatıyor. Hareket, bereket işte dünya oyununun ilk kuralı.

Dünyada kalmak için kadınlara ihtiyacımız var.

Karısı ölen adam haftasına ölür ya da kırk gün sonra yeniden evlenir, bitmemiştir çilesi besbelli.

Dünyada kalmak kimin umurunda?!

Sus sus, böyle alenen söylenmez, bu işler böyle yürümez.

Yoksa oyunlar arasına yuvarlanabilirsin.

Bir dişçi koltuğunda bulunmaktan daha beteri bekleme odasında bulunmaktır der manyak kuzenim.

Aslında hiçbir zaman neler olduğunu doğrudan görüp bilemeyeceğimiz dünya oyununa bu denli tutunuyor olmamız ne acıklı.

 Algıladığımız her şey şimşeğin ışığını gördükten sonraya ait. Yani sesini duymayı beklemiyoruz diye kendimizi övüp durmayı bırakalım artık. Bu kadar da ahmak olmayalım.

Ne mi saçmalıyorum?

Olduğunu sandığımız her şey; ancak algımıza çarptıktan sonra bilgiye dönüşüyor. Her an yalnızca bir anı bizim için. Hep bir önceki andayız biz. Ve hep algımızın bulunduğu yerdeyiz.

Algımıza çarpıp önceki bilgilerle test edilen ve uygun bulunanlar bizim var dediklerimiz oluyorlar.

Gerçekte ne olup bittiği meçhul bir oyunda mahpus kaldık biz.

Çift D oyunu.

Düşünce-Duygu sinyalizasyonu. Şifreleme teknikleri. Casus filmi gibi.

Bir düşmandan daha beteri ikinci düşman, yani DD dir.

Aslında içinde bulunduğumuz oyun seviyesinde, sabitleşmiş ve katı görünümlü şeyleri, sözleri kaldırıp atsanız geride duygu sinyalinden ibaret bir çeşit enerji bedenlerimiz ve her şeyi birbirine bağlayan elektriksel bir ağ örgüsü kalır.

Bu örgüyü, karayollarını ve demiryollarını gösteren haritalar gibi tahayyül edebilirsiniz. Fakat bu örgü de diğer her şey gibi hareketlidir ve her an güncellenir.

Duygu sinyalizasyonları yani insanlar, şu anın ve bu illüzyonun gerçekleridir. Düşünceler ise dünya oyununun geçmiş ve geleceğini inşa eden yapı taşlarıdır.

Her şeyi birbirine bağlayan ağın her bir ince lifi bir insanın ilgisidir. İnsan ilgi duyduğu şeye anında bağlanır. Bunu internet bağlantısına benzetebiliriz belki. İlgi duyduğu nesne ile kendi arasında karşılıklı bir akış başlar. Fakat bu öylesine ilginç bir bağlanış ki, ilgi duyduğunuz şeye o anda ilgi duyanlar ve onun ilgi duyduklarına da hiç bilmeden bağlanmış olursunuz. Bilmediğiniz bir alanda bir çok şeyle farkında olmaksızın BİRlikte olursunuz.

İlgi bağı, olumlu ya da olumsuz alanda kurulabilir. Yani negatif ya da pozitif bağlanmanın işlev konusunda hiç farkı yoktur.

İlginin yöneldiği nesnelerin de birbirinden hiç farkı yoktur. Bir kitap, bir fikir, rüzgar, bir kız, ya da pembe bir ev aniden kişinin ilgisini çeker.

İnsan ilgisinin bulunduğu yerde oturur. Aynı dönemler içinde birden çok şey aynı insanın ilgi sahasına girebilir; ancak eğer “an” hesabı yapacak olursak; herhangi bir anda insan (yani onun algısı ya da duygu sinyalizasyonu) yalnızca tek nesne üzerindedir.

Ve bu durumda biz basitçe o insan, o anda, o nesnedir diyebiliriz.

İçinde bulunduğumuz hava bize dokunmak için kıvranan sayısız olta ile dolu, bilmem bunun farkında mısınız?

Size bilinmeyenlerden değil yalnızca bilinenlerden bile bahsetsem bunun korkutucu düzeyini anlayacaksınız.

Şu anda neredesiniz? Kapalı bir mekanda ya da bahçede, bu önemli değil. O küçük odada; Dünyada şu anda yayın yapan tüm

Televizyon yayınları

Radyo yayınları

Telsiz yayınları

Ve

Milyarlarca cep telefonu arama ve mesaj yayınları

Mevcutlar. Siz alıcısını açmadığınızda onların var olmadığını sanmamalısınız. Hepsi alıcı cihazınızı açmanızı bekleyerek trilyonlarca iştahlı dil gibi başınızın çevresinde dolanıyorlar.

 Tabi bütün bu tespitler yalnızca dünya seviyesi oyun için geçerlidir. Diğer oyun evrenlerinin sistematiği üzerine pek fikrimiz yok. Pek tabii bazı varsayımlarda bulunabiliriz. Ve bu tür öngörülerimiz, düşüncelerimiz olarak geleceğe gidip fikri bildiğimiz manada inşa etmeye başlar.

Birbirini kapsayan birçok oyun evreni vardır.

Hepsinin kuralları farklıdır.

Bütün oyunlar aynı yerde, aynı zamanda birbirlerini her an güncelleyerek sonsuzca sürüp giderler. Bu bildiğimiz evrim tanımlamasının daha gelişmişidir. Çünkü evrilen eskiyi geride bırakamaz, bir halden diğerine geçilirek ilerlemek söz konusu değil. Diğerini içeren haller halinde ilerlenir/gerilenir. Yön önemsizdir. Zaman yoktur.

Berbat ve mükemmel; dahiyane!

Bön bön yüzüme bakmayı kes!

Kendimden daha çok nefret ettiğim bir şey varsa, o her şeyi bilen bir kadın olabilir.

Ne olması gerektiğini bilen ve sürekli onu size dikte etmeye çalışan, ayağınızdaki prangadan bahsediyorum.

Onu öldürün. Sonra gelin konuşalım.

-Bir Kadını Öldürmek kitabı ilk 3,5 bölüm-

 

1 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir