Ayn Rand ve Atlas Shrugged

Doğum tarihi 2 Şubat 1905
Doğum yeri Rusya
Ölüm tarihi 6 Mart 1982
Mesleği Yazar, Filozof

Ayn Rand (2 Şubat 1905 – 6 Mart 1982, ilk adı Alissa Zinovievna Rosenbaum), kurduğu objektivizm felsefesi ve yazdığı Yaşamak İstiyorum (We the Living), Ben (Anthem), Hayatın Kaynağı (The Fountainhead) ve Atlas Silkindi (Atlas Shrugged) kitapları ve objektivizm felsefesiyle tanınan düşünür-yazar.

Felsefesi ve kitapları kendi bireycilik, rasyonel bencillik ve kapitalizm mefhumlarını vurgular. Devletin özgür bir toplumda yasal ama minimal bir role sahip olduğuna inanan Rand, bir anarşist değil ama bir minarşist‘tir. (bu tanımı kendi kullanmamıştır.)

Romanları kendisine özgü oluşturduğu bir kahramanın tanıtımını merkez alır, Kahraman kendi yeteneği özgünlüğü ve bağımsızlığı yüzünden toplumla çatışır, ama bu çatışmalar onun hataları yüzünden değil, rasyonel davrandığı ve yürekten gelen bir şekilde kendi çıkarı için çalıştığı için olur. Rand’a göre rasyonel düşünen akıllar için çatışma söz konusu değildir. Kahraman yine de idealleri doğrultusunda devam eder. Rand bu kahramanı ideal insan olarak görür ve literatürünün bu tip insanlar için bir tanıtım yeri olmasını amaç edinir.

O’na göre,

  • İnsan değerlerini ve hareketlerini mantık kullanarak seçmelidir,
  • Bireylerin kendilerini başkaları için feda etmeden ve aynısını başkalarından beklemeden kendi amaçları için yaşamaya hakları vardır,
  • Kimsenin bir başkasının haklarına güç kullanarak tecavüz etmeye ya da güç kullanarak ona kendi fikirlerini empoze etmeye hakkı yoktur.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Ayn_Rand

Üç kalın ciltten oluşan Atlas Silkindi’nin ilk cildini okudum ve merakla devam ediyorum. Herhalde bitirince kendi çapımda bir yorumda bulunacağım. Zamanında bu kitaplar nasıl gözümden kaçmış bir yandan da onu düşünüyorum. Gerçekten ilginç bir kurgu ve yazarın bir filozof olduğu daha ilk satırdan anlaşılıyor. Kitap 1957 yılında yayımlanmış, yani yazarı elliiki yaşındayken, bunu az önce internet kaynaklarından öğrendim ama aslında kitabın bir olgunluk çağı ürünü olduğunu zaten okurken anlamıştım.

Bir insan bu derece “doğru” peşine düşerse sanırım epeyce ızdırap çeker. Şimdilik başka yorum yapmamak için kendimi zorluyorum, bakalım diğer iki cilt de bitince ne hissedeceğim?

6 Yorumlar

  1. Ismail says:

    Liberterian Komunism, liberterianism, liberterian anarşizm. Bu düşünce grubu aralarında fikir ayrılıkları olsada bireylerin kendi doğrularını ve egolarını takip ederek oluşturdukları sosyal toplulukların bir devlete ihtiyaç duymayacağını savunmaktadırlar. Bu tarz bir sitemde devletin kontrolüne ve dahi yönetimine gerek yoktur. Teoride güzel gerçek hayatta olasılığı çok az. Ancak küçük komünlerde uygulanabilir. Belkide dünya küçük komünlerden ibaret olmalıdır.

    1. says:

      Sanırım eskiden öyleymiş. Örneğin en yakınımızda Anadolu da “bacılar” toplulukları varmış, bir çeşit derviş komünleri şeklinde yaşıyorlarmış. Yapıların çok büyümesine karşıyım zaten; çünkü doğanın kanununa karşı gelmeye başlıyorlar, dengeyi bozuyorlar. Ayrıca, kaos karşısında ayakta kalabilenler büyük yapılar değil küçük, hafif, naif şeyler olabilir.
      Örnek vermek gerekirse dün gece yine uykumu kaybedip onu mutfakta aramaya inmiş idim(!), elime önceki günden iki un kurabiyesi geçti. Karanlıkta koltuğa oturup afiyetle yemeğe hazırlandım. Kurabiye o kadar yumuşak ki parçalanmasın diye parmaklarımın baskısını (onu ağzıma götürmek için parmaklarımla tutmam gerekiyor) minimum düzeye indirdim, öyle ki nerdeyse kurabiye parmaklarım arasından düşecek, buna rağmen yine kırılıp kesekağıdının içine düşüyordu. Ben yeniden hevesle en büyük parçayı tutmaya çalışıyordum, böyle böyle büyükleri yutmayı başardım! Son olarak küçükleri de parmaklarıma sığabildiği kadarıyla yemeğe çalıştım. Yine de kesekağıdını çöp tenekesine atarken içinde çok minik bi hayli kurabiye kırıntısı kalmıştı; işte onlar benim hışmımdam kurtulabilen, sırf küçülerek kurtulmayı başaran, düzen kırıntılarıydı! Üzerinde iyi düşünmek gerek.

  2. Turan says:

    ” * İnsan değerlerini ve hareketlerini mantık kullanarak seçmelidir,”

    Eger bunu böyle yaparsa catismadan da hic bir zaman kurtulamaz, hem kendi kendisi ile hem de cevresi ile….

    ” * Bireylerin kendilerini başkaları için feda etmeden ve aynısını başkalarından beklemeden kendi amaçları için yaşamaya hakları vardır,”

    Sadece haklari yok, yapmalidirlar da.

    ” * Kimsenin bir başkasının haklarına güç kullanarak tecavüz etmeye ya da güç kullanarak ona kendi fikirlerini empoze etmeye hakkı yoktur.”

    Evet, tek bir görüsün dünyaya hakim olacagini kafamizdan silmemiz gerekiyor. Insan kendini o kadar da önemsememeli…

  3. says:

    Katılıyorum Turan, “mantık” insanın bilgisi oranında iyi bir yol gösterici olmakla birlikte, bilinmeyene oranlandığında öylesine küçük kalır ki, hiç de güvenilir bir kaynak olmadığı açıkça anlaşılır. Hele de çok iyi mantık yürütebilme kapasitesi olanlar için fecii sonuçlar ortaya çıkarması kaçınılmazdır bence. Çünkü bu kişiler, kabiliyetlerine güvenerek iç güdülerine/yani bilinmeyenden gelen etkilere kendilerini kapatacak denli kendilerini beğenmiş olabilirler.

  4. Ismail says:

    Doğru ve yanlış etik değer olarak çok net olarak reçete edilsede öyle değildirler. Bunlar bireyden bireye değişkenlik gösterebileceği gibi kültürden kültürede farklılıklar gösterir. Ben doğrunu peşinde olamanın taraftarıyım ama etik anlamda değil. Gerçek anlamında tabii bu gerçek nedir sorusunu gündeme getirir ve Matrix filmine ve dahi Sufilere referans yapmamız falan gerekir. Neyse size aşşağıda çok güzel bir makale yolluyorum. Philosopy Now dergisinden ama İngilizce umarım hoşunuza gider.

    Let me turn the tables on you and note that, if moral designations are only the result of human consensus, we could just as well dispense with labeling human beings as good or bad and doing right or wrong things. Why not all of us return to the state of nature before Adam and Eve ate of the tree of knowledge of good and evil, to cite the Biblical story? Having eaten of that tree, would it be possible now for us humans to give up this knowledge? And if so, would it be desirable for us to do so?

    As it happens I have been pondering this question a great deal lately. I must admit that I sometimes tire of preaching virtue and morality, not to mention striving to exemplify them. I also notice that some of my worst traits, such as anger and egotism, appear to be caught up in that striving and that preaching. There is nothing quite so satisfying as being able to condemn somebody else with full certitude and passion, thereby also to bask in the reflected glory of one’s own superiority. What would it be like, I wonder, if nobody cared about ethics at all?

    We might expect all chaos to break loose without the constraint of social standards and personal conscience. But when I consider the world of the opossums and other animal species, I do not see chaos. They clearly do not have morality as we do, but they nevertheless coordinate their affairs in effective ways. They raise families, they find food, they have social interactions and community, they are sufficiently at peace to sleep a great deal of the day, and so forth. It is not obvious to me that their lives are “nasty, brutish, and short.”

    Even when I consider human beings, if I think carefully about what is motivating our actions, I do not always find morality underlying the best. Instead, there is often a spontaneous feeling of sympathy for the pain of another that prompts us to help them. We do not need a commandment to tell us to do so. In fact, it is a commonplace that a commandment will prove idle if there is no feeling to back it up.

    Conversely, when I consider many of the truly heinous acts of humans, morality is often to be found at their root. The self-assured and self-righteous of all times and places have been the scourge of this world. If I am Right, and accordingly am convinced of an obligation to stamp out the Wrong: watch out! “The way I see things must be the way everybody should see things.” What an awful regimentation that forebodes. But in fact it is the more sure path to chaos and strife, since every society feels the same way about its own mores; and so all clash with all.

    I am sure that what I am saying must horrify you, and surprise you. My reputation is as a seeker after virtue. Now I seem to be impugning virtue. But I think I do not contradict myself. Virtue may not be the same as morality. What I seek is the good life. But perhaps my good life would not conform with every other good life. And perhaps it would not consist of duty but rather of freedom and reason.

    I know that many of my successors attempted to reconcile these various motifs. Might not morality be the result of our exercising freedom and reason? One could call it that, Josh, since, as you implied, it is up to us to call things whatever we want. But I have become wary of the word ‘morality’, and even the words ‘right’ and ‘wrong’ when used in the moral way, since they have been implicated in so much mischief through the ages.

    I honestly believe that people do not even know what they are referring to most of the time when they use those words. As I said at the outset, I suspect what is mainly going on is that people are venting their emotions, and not the noblest ones at that.

    Therefore I recommend that we try to live with more awareness of our true motives and, on that basis, decide how to act. Let us be like the Zen opossum who said, “When hungry I eat, when tired I sleep.”

    As ever,

    Socrates

    1. says:

      Teşekkürler, gayet güzeldi. “Gerçeği” yaşamak zordur özellikle çevreniz hemen hiç yaşamıyorsa. Açıkçası böyle yaşayabilmek için yandaşlar bulmak şart (ki aslında onları bulmak “gerçek” yaşama geçmeye hazırlandığınızın göstergesi oluyor zaten). Her ne kadar bunu çok arzu eder mişiz gibi yapsak da, bu çoğunlukla dilimizde ve çok uzak bir gelecekte olmasını istediğimiz bir temenni gibidir. Biraz deşseniz şu an buranın gerçeği “gerçeği” yaşamak istemediğimizdir.
      Bu konularla çok meşgul, kendini fevkalade yetiştirmiş, gördüğüm en zeki ve kültürlü insanlardan biri olan arkadaşımla sohbet ediyorduk. Muhtemelen yedi sekiz yıl önceydi. Dedim ki “canımcım ben aura görmeye zihin okumaya, herşeyi doğrudan görmeye ve tabi görülmeye hazırım. artık başlasın” o da şöyle cevapladı “yok yok o kadar uzun boylu değil sibel, kimse benim istemediğim şeyleri görmesin içimdeki” Arkadaşım en azından bunu söyleyebilecek cesaretteydi, belki de onu bu sebepten seviyordum 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir