Anılardan…

Hayatımda birçok meslek yaptım, hepsini de severek yaptım. Zaten yaptığım şeyi severim nedense, ben onu seçeyim ya da o beni seçsin galiba fark etmiyor. Sorumluluk duygum yaradılıştan yüksek programlanmış belki o sebeple biraz titizlendim fakat hiç bir zaman ifrata varmadı titizliğim, hep derdim ki %70 i tuttursam yeter. 🙂 Kervanın yolda düzeleceğine dair bir iç sesim olur fakat ben bu sezi üzerine yan gelip yatmam yine de elimden geleni yaparım. Bunun üstüne çıktığım konular da olmuştur ama işin o kısmıyla pek ilgilenmedim.
Uzun hayatım boyunca severek yaptığım işlerden en sevdiğim -ne zaman düşünsem aynı sonuç çıktığına göre galiba yaradılışıma en uygun olanıdır bilemiyorum-, bilgisayar programı yazmak oldu. Bu olayı en başından en sonuna kadar yapabiliyor, yaşayıp yaşatabiliyordum.
Programın ihtiyaç haline geldiğini görüyor ve bunun için kolları sıvıyordum ve başlıyordum sistem analistliğine. Zaten program yazılacak konunun detaylarını biliyor olurdum ama bununla yetinmez, programı kullanacak olan kişilerle uzun zaman geçirir, ihtiyacın detaylarına dair tüm verileri toplardım. Değişkenler ve sabitler üzerine akılcı ve uygulanabilir doğru seçimleri yapabilmek için titizlenirdim. Sonra onları bir araya toplardım ve fayda analiz noktasını hesap etmeye çalışırdım. Çünkü programlama bir ” giriş ve çıkış” dansıdır. Ne kadar veriyi ne kadar zaman harcayarak gireceksiniz ve bundan ne tür faydalı bir çıkış umuyorsunuz. Alınması amaçlanan sonuçta, zaman ve emek korelasyonu çok önemli. Hiç bir program tüm değişkenleri dikkate alamaz. Detaylar içinde kaybolunur ve kullanıcılar bunun yararsızlığını bilinçli ya da bilinçsiz fark ederek programı kullanmayı reddeder yeniden ana baba hesabına dönerler!
İşte bütün bu hesapları yaptıktan sonra, hayalinizde çalışan programı verdiği raporları, yaptığı hesapları bir bir görüp tatmin olduktan sonra iş sembolik inşa kısmına geliyordu. Harika bir başka süreç de buydu. Programları yazarken yanlız ve ferah bir oda ve klasik müzik müthiş bir eşlikçi olurdu. Programı yazma sürecim genelde kısa sürerdi. Son noktayı koyduğun an müthiş bir merak hakim olur, acaba çalışacak mıdır? Önceden hayalimde gördüğüm sonuçları verebilecek midir? Hevesle örnek veriler girip programı çalıştırma komutuna basarsın ve onun şimşek hızıyla yaptığı hesaplamaları bir an beklersin ve biiiip… hazırım şimdi hangi sonucu istiyorsun dile benden ne dilersen gibi bir sestir bu 🙂
En acilinden başlayarak istemeye başlarsın. program çalışmaktadır. Bu nasıl bir sevinçtir anlatmak zor, ben bunu senelerce yaşama zevkine eriştim. Bir çok şirketin ve onun çalışan bileşenlerinin işlerini kolaylaştırdım, kendi işlerimi de kolaylaştırdım tabi. Bu da alınan zevkin bitmeyen hep süren kısmı oluyor. Bir annenin çocuklarını uzaktan seyredip mutlu olması gibi.
Bir programın işlevsel olabilmesi için, önceden manuel yapılan işlerin hepsini yapabilip daha kısa zamanda daha geniş-derin analizlere yer verebilmesi, seçimler sunabilmesi, yeniden yeniden yorulmadan deneme konusunda azimle programlanmış olması gerekir. Bu zaten insanın yaptığı bir şeydir ama onun daha kısa zamanda daha çok şey yaşamasını ve denemesini sağlar, mevcut imkanından daha büyük resmi görebilmeyi hemen herkes için mümkün kılar. Bir anlamda insan hayatını uzatan ve kolaylaştıran bir işlevi var da diyebiliriz belki. Tabi iyi düşünülmüş programlardan bahsediyorum ve geçerliliğini yitirenler hemen değiştirilmeli ya da seviyesi artırılmalı. Programlar asla sabit kalmaz, putlaştırılmaz, güzel tarafı da budur. Sadece ihtiyaca cevap verdiği kadar yaşarlar, sonra yine insanlar tarafından evrilmeye mecbur bırakılırlar.
Nerden aklıma geldiyse, güzel güneşli bir günden aloha.
*
Aslında her söze başlarken özür dilemek lazım… Sebebi söz ayrımcılık üzerine kuruludur. Ve her ne kadar tutarlı-samimi bir şey söylemiş olsak da saçmalamanın daniskasıdır. Mümkün olduğunca az söz söylemeye çabalasak da kendi adıma sus pus oturamadığım için söze en iyisi peşin özürle başlamak 🙂
*

Hatta hooponopono ile başlasak ne iyi olur.
Seni seviyorum,Özür dilerim, lütfen beni bağışla, teşekkür ederim. (Bu kez söyleyeceklerimden ötürü öncelikle İçimdeki veganlara hitabendi) Rafadan yumurtanın tam vakti geldi yine-kış- bu ne lezzettir hele kızarmış ekmekle. emeği geçenlere teşekkür ederim, lezzet alabildiğim için Allaha şükrederim. Aloha
*
Dün geceden beri aklıma üçüncü kez geliyor, yazayım da kurtulayım bari.
Eski cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in -kendisine hiç oy vermediğim- uzun politik hayatı boyunca onu üstün zekası, hafızası ve insan ilişkileri kurma konusundaki dehası hariç icraatlarıyla ilgili bir konuda beğendiğimi de hatırlamıyorum.
Gelgelelim aklıma neden geldiğine 🙂
Onun tarihe mal olmuş sözlerinden; “dün dündür bugün bugün” , “sokaklar yürümekle aşınmaz” gibisinden sözlerini o zamanlar ciddiyetsiz ve dönek bulan genç benin öz eleştirisine. Bakıyorum da gayet kuantumsal, gayet demokratik, gayet nazikçe hazır cevaplık olarak da görebilirmişim bunları. 🙂
Lütfen bu öz eleştirimi siyasi bir paylaşım olarak algılamayın çünkü değil ve bu konuda yapılabilecek siyasi yorumlara cevap verecek bilgim ve ilgim yok. Bu cümleden olarak Allah rahmet eylesin diyorum sadece. (ölmüş biri aklınıza geldiğinde canı rahmet istedi derler halk arasında, belki de doğrudur, hatta bunca insan böyle düşününce artık hayli bi gerçeklik payı olmuştur.)

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir