Kanunlar

54. Gerek alemde, gerekse insandaki bütün süreçleri yöneten temel kanunların sayısı çok azdır. Az sayıdaki basit kuvvetlerin farklı sayısal bileşimleri, olayların görünen çeşitliliğini yaratmaktadır.

55. Evrenin mekaniğini anlamak için, karmaşık fenomenleri, bu basit kuvvetlerle çözümlemek gerekmektedir.

56. Subjektif insan için kötülüğün hiç mevcut olmadığı, sadece farklı iyilik kavramlarının var olduğu söylenebilir. “Hiç kimse herhangi bir şeyi kasıtlı olarak kötülük için, kötülük olsun diye yapmaz.” Herkes iyilik uğruna, onu anlayışına göre hareket eder. Fakat iyiliği farklı şekillerde anlar.

57. Uyanma, insanın hiç bir yere varamıyacağını ve nereye gideceğini bilmediğini idrak etmesiyle başlar.

58. Birliğin  çokluğa dönüşüm kanunlarını incelemeden önce, bütün evrenlerin tüm çeşitlilikleri veya birlikleri içerisinde bütün olayları yaratan temel kanunu incelemeliyiz.

59. Bu, “Üç prensip” ya da “Üç kuvvet” kanunudur. Bu kanun, hangi mikyasta olursa olsun, hangi alemde cereyan ederse etsin, molekül seviyesindeki olaylardan kozmik olaylara kadar, farklı ve birbirlerine karşı “Üç kuvvetin bileşimi ve karşılaşmasıdır.”

60. İlk kuvvete aktif veya müsbet…İkinciye pasif ya da negatif…Üçüncüye ise etkisiz kılan kuvvet… Denilebilir.

61. İlk iki kuvvet çağdaş düşüncenin bildiği kanunlardır. Fakat genelde üçüncü kuvvet müşahadeyi ve anlayışı yöneltmek için kolayca ulaşılabilir değildir. Bunun nedeni, insanın mutad psikolojik faaliyetinin fonksiyonel sınırlanmasında ve olaylar dünyasına ait algımızın temel kategorilerinde, yani “mekan” duygumuzda ve söz konusu sınırlamalar sonucunda doğan “zaman” duygumuzda aranmalıdır.

62. Üçüncü kuvvet, gerçek alemin malıdır. Müşahademize giren subjektif alem veya olaylar alemi, sadece nispi olarak gerçektir, her halde tamam değildir.

Çalışmanın bütünü için bakınız:

11 Yorumlar

  1. İbrahim says:

    Uyumak ve uyunmak…Başka tabirle görmek ve körlük … Görme,insanın korkuları ile yüzleştiği zaman başlar.İnsanlar âmâdır.Uyumak:diyapoz böceklerin bir özelliği:)

  2. turan says:

    Ucuncu kuvvet nedir tam olarak?

  3. ismet gedik says:

    Sesimi Duyan Var mı?

    Liderlere bir çağırı!

    Siyasi partiler, ülkemizin sorunlarına çözüm bulabilmek için bir güç odağı oluşturarak toplumumuzu yönetimine gelmeyi hedefleyen birer ekiptirler. Şimdiye kadar tüm siyasi partiler bu amacı taşımışlar, bazıları başarılı olmuş, yönetime gelmiş, bazıları başarılı olamamışlardır.

    Seçimleri kazanarak yönetime gelen siyasi partiler acaba toplum için gerçekten yararlı olmuşlar ve toplumun gelişmesi ve kalkınmasına katkı sağlamışlar mıdır?

    İşte bu soruya olumlu cevap vermek zordur, çünkü çoğu (veyahut hepsi) toplumu kendilerinin yöneteceği, hükümete kendilerinin sahip olacakları şeklinde bir ihtirasla yönetime gelmişlerdir. Bu tür bir genel yaklaşım toplumu pasifleştiricidir ve bu nedenle insanlık asırlardır, hep bir kurtarıcı peşinde koşa gelmiştir. Onun için hala lidere bağımlı partiler söz konusudur.

    Şimdiye kadar topluma bir şeyler kazandıran tek yönetici Atatürk olmuştur, çünkü o halka “kulluktan insanlığa geçiş haklarını” yasal olarak sağlamıştır. Atatürk’ün başlattığı o bilinçlenme atılımı Köy Enstitüleri projesi ile sürdürülmeye çalışılmış; halkın bu eğitilip-bilinçlendirilmeye çalışma çabaları ise “demokrasiye geçiş”le birlikte sona erdirilmiştir. Bu noktada büyük bir ironi, bir çelişki, tam bir tezat vardır. O da şudur: Demokrasi halkın kendi kendini yönetme şeklidir. Halk kendi kendini nasıl yöneteceğini bilirse bu işi yapabilir. İşte, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına yapılan en büyük kötülük o noktada başlar: Halk kendi kendini nasıl yönetmesi gerektiği bilgilerine sahip kılınmadan, Köy Enstitüleri kapatılmıştır. Yani padişahlık-krallık gibi liderliğe dayalı tepeden tabana yönetim şekli, “kralın halk tarafından seçilmesi” şeklinde bir demokrasi anlayışına dönüştürülerek, Atatürk’ün başlattığı “halkın milletin efendisi olması”, yani kendi-kendisinin efendisi olması, kendi-kendilerini yönetme hak ve bilgisine sahip olacak duruma getirilmesi engellenmiştir.

    Bu noktadan giderek şunu belirtmek çok önemlidir: Krallık, sultanlık, vs. gibi, tepedekilerin efendi, tabandakilerin pasif-halk (kul) olduğu otoriter sistemlerden, demokrasiye geçiş için önce halkın, doğal sistem bilgileriyle eğitilmesi şarttır. Bu doğal sistem bilgileri, doğa ve dünyamızın sürekli değişim-dönüşüm içindeki dinamik bir sistem olduğu, dinamik sistemlerin “information & self-organisation” yani “bilgi edin ve o bilgilere göre örgütlen” prensibi içinde gerçekleştiği şeklindeki çağdaş bilgileri mutlaka içermelidir (bak Doğadaki Oluşum Mekanizması =DOM-dizini).

    Bu konunun bilinmesi özellikle günümüzde çok önemlidir. Çünkü günümüzde “demokratikleştirme” sloganı altında, çeşitli ülkelerde ayaklanmalar olmakta, toplumlar iç çatışmalara sürüklenmektedir. Otoriter şekilde, pasif-davranmaya alıştırılmış bu tür toplumların, demokratikleşmeleri (yani kendi kendilerini yönetecek bir hayat sistemine ulaşmaları) asla mümkün değildir. Çünkü günümüzdeki mevcut demokrasi anlayışı, halkın kendi-kendini yönetecek duruma gelmesi-getirilmesi şeklinde değil, toplumu daha iyi yöneteceğini iddia eden uyanıkların, iktidarı ele-geçirme yarışlarından başka bir şey değildir. Bunun böyle olduğunun en güzel ıspatı şu makalede özetlenmiştir:

    http://blog.milliyet.com.tr/DOM_Ek1_tepeden_tabana_mi__tabandan_tepeye_mi_/Blog/?BlogNo=300319

    Şekil: Toplum, iş-ve-meslek-sahipleri arası bir ortaklıktır ve tamamen onların kendi aralarındaki etkileşimleriyle oluşturulmalıdır.

    Halk doğal sistem bilgileriyle eğitilmeden, particiliğe dayalı demokrasi denilen siteme geçerse, bir sürü “kral adayı” ortaya çıkar, ve “ben sizi daha iyi yönetirim” yarışı başlar. Ve

    http://blog.milliyet.com.tr/Dom_Eki_5__Demokrasi__teokrasi__liderlik_ve_Dom_iliskileri/Blog/?BlogNo=314434

    bloglarında belirtilen toplumsal hastalıklar gittikçe yaygınlaşırlar.

    Halbuki bir şeyi yapan, hep tabandakilerdir, yani halktır. Halkın bir şey yapması-yapabilmesi içinse, bilgi sahibi kılınması gerekir. Bu ise şimdiye dek yapılmamış, halk hep pasif kılınmış, toplumun (devletin) sahipliği hep tepedekilerin tekelinde olmuş, halk tepedekilerden bir şeyler yapılmasını beklemiştir. Halk toplumun sahibinin kendisi olması gerektiği gerçeğinden habersizdir, böyle olunca da, toplumun sahipliğini tepedekilere bırakmaya alıştırılmıştır. Bu şekilde liderli yönetim sistemleri insanlık tarihi boyunca sürmektedir. Değişen şey sadece liderliğin karakteridir. Kah padişah, kral gibi mutlak otoriterlikler, kah parti liderleri gibi seçimle yönetime getirilen otoriterler (yani tepeye bağımlı sistemler) toplumların kaderini belirleyici olmuşlardır.

    Prof. Dr. İsmet Gedik

  4. emine says:

    Mikro alem olan insan üzerinden gidersek ;
    Bir beden var . diyelim 1. kuvvet
    Bir zihin var . diyelin 2. kuvvet
    Birde tanık var . 3 . kuvvet .
    Hem bedeni hemde zihni gören birde tanık var. Sadece şahit olan .. Diğer 2 kuvvetle bağlantılı ama pasif görünen .. Sanki 🙂

  5. turan says:

    Yukardaki yazi cok enteresant bir yazi. Yazıyı sadece yazının iceriligi dogruvkilmaz aynı zamanda nerde ve ne zaman yazıldığı da önemlidir. Bence o yazı burada sırıtıyor.

  6. says:

    Hangi yazı Turan?

  7. turan says:

    Ismet beyin yazisini begedigim halde burada pek anlam veremedim.

  8. says:

    A evet, bence de öyle ancak birilerine hakaret içermedikçe hiç bi yorumu silmemeye gayret ediyorum.

  9. turan says:

    O yazının orda kalıp kalmaması önemli değil tabii ama o yazı için ayrı bir başlık acilabilirdi mesela. Neyse, konu fazla uzamasin..

    1. says:

      Bu arada sorunun cevabını daha önce açmaya çabalamışım: https://sibelatasoy.com/?p=3571
      Yine de arzu ederseniz üzerinde konuşalım.

  10. turan says:

    Cok teşekkürler Sibel, ben şimdi yola çıkıyorum, uygun bir zamanda geri bildirim yapacağım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir