Görme üzerine notlar

İnsanız biz. İnsanın yazgısı öğrenmektir; akıl almadık yepyeni alemlere fırlatılmaktır.

Arı yaşam sürdürenler içindir görmek. Ruhunu şimdi tavla ki, bi savaşçı olasın; görmeyi öğrenesin. O zaman anlayacaksın önüne serilecek yeni alemlerin sonu gelmeyeceğini.

**

Ben basit biriyim. Özgür iradeyi seçim yapmak olarak görüyorum. Seçim yapmanı yönlendiren dış ve kalıtımsal aynı zamanda 0-6 yaş öğretileri var! Evet ama ne olmuş yani? Zaten onlar olmadan bir kendin bulamazsın! Seçimlerinin sonuçlarından memnun değilsen suçu başkalarında aramaktansa, ne tür izlenimlerle beslendiğini araştır. Sıkıyosa onları değiştir. Bence burada gerçekten de büyük bi giz filan yok 🙂

Tam karşıdan da bakılsa sonuç değişmiyor aslında. Örneğin Danah Zohar, bir rahatsızlık itkisi ile seçim yaptığımızı ve aynı anda o seçimimiz için bir de sebep yarattığımızı söyler. Seçimimizi rasyonelleştirme çabasıdır bu. Eh işte buyrun bakalım, istedikten sonra sebep mi bulamayacaksın? Ben her seçimim için bi sürü sebep bulabilirim ve bu benim özgür irademdir.

**

İşte zihin insanda “tekrar yaşama, gözden geçirme” işlevini gerçekleştirecekken, televizyon işlevi görmeye başladı, yani tek yönlü iletişim şeklinde kısıtlanmış oldu. Hatta acınası bir sapmayla kendini görmeyi engelleyici bir organ haline geldi!

Gölge kavramlarına bakınız

**

3. Eğer tüm potansiyel şeyler tüm yönlere doğru sonsuz olarak uzanıyorsa bunlar arasında bir ayrılık olabilir mi? Bütün şeyler ve bütün anlar her noktada birbirleriyle temas halindeler; “tüm bu sistemin BİRliği onu mükemmel kılmıştır. Parça bütünde ve bütün her bir parçadadır. Zaman ve mesafeler anlam yitirirler. Kuantum şu ana kadarki en büyük kavramsal meydan okumadır.

**

Geçen akşam şöyle bir düşündüm, neden bazı şeyler aklımızda kalmış da diğerleri ortada yok diye. Sanırım bütün bu bilgiler kaydedildiği duygunun yoğunluğu ile orantılı hatırlanabiliyor. Yoğun duygu ile saklanmış olanlar bilinç üstünde ya da bazen pek kaçınılacak şeyse bilinçaltında muhafaza ediliyorlar(onlarla rüyalarda müşerref oluyoruz). Duygu barındırmayanlar ise beynimizin kıvrımları arasında rastgele tutunmuş oluyorlar. Ve kuvvetli bir kıvılcım gelip onları aydınlatana kadar hiç yok gibi oluyorlar.

Aslında bu, ANDA yaşamaya alışkın olmamamızla doğrudan ilintili geliyor bana. An’da bişeyler olurken biz zihnimizin takılmış olduğu (ciddi ya da önemsiz, farketmez) başka bi yerde oluyoruz. Dünya bize herşeyi tastamam söylüyor ama ona odaklanacak kendimiz ortada yok.

**

Bir insan dört yaşına kadar olan hayatının her saniyesini sesli ve görüntülü olarak arşivleyebilmeli bence; çünkü hakkımızdaki gizlerin büyük bölümünün orada olduğunu sanıyorum. Şüphesiz o kayıtların hepsi bedenimize sinmiş durumda zaten var, biz artık ona uygun yaşamaya başlamışız ama neyin nerden geldiğini bilmek harika olmaz mıydı?

**

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir