Bilim Tarihi- sempozyum

18-20 Haziran 2004 tarihinde Asos’ta yapılan Bilim Tarihi, Felsefesi ve Sosyolojisi Çalışma Gurubu 2.ci Ulusal Sempozyumu

 izleyici olarak katıldığım ilk bilimsel platform oldu.

 

Doğrusu İstanbul’dan yaklaşık dokuz saatlik bir seyahati gerektirdiği için kişisel tembellik sınırlarımı aşıyordu ama yine de bir şeyler ilgimi çekmiş olmalıydı ki kendimi aşma sıçramasını gerçekleştirip yoğun programım arasına kattım.

Birkaç saat önce döndüğümde aklımda ve gönlümde güzel anılar vardı ve her zamanki gibi bunların zamanın acımasız oku altında kaybolmasına içim razı gelmedi. O güzel anları kendi tarihime kaydetmeye ve dolayısı ile ölümsüz kılmaya karar verdim.

 

Oturum Cuma sabah saatlerinde onur konuğu Sn Erdal İnönü’nün ilginç sunumu ile başladı.

Sunum içerik olarak özetle Bilim Tarihinde her hangi bir sahada ulusal platformda isminin buluşuna verilmiş olduğu Türk Bilim adamlarının tanıtımıydı. Daha önce bu şekliyle hiçbir yerde karşılaşmadığım bu onurlu listeyi öğrenmekten fevkalade memnun oldum. Kısaca belirtmek gerekirse;

1.Akil Muhtar Özden – Tıp alanı – MUHTAR REFLEKSİ

2.Hasan Reşat Sığındım – Tıp Alanı – REŞAT-SHILLING TİPİ LÖSEMİ

3.Hulusi Behçet – Tıp Alanı – BEHÇET HASTALIĞI

4.Cahit Arf – Matematik – ARF AÇMAZI ve ARF HALKALARI

5.Sabri Ergun – Fizikokimya – ERGUN DENKLEMİ

6.Feza Gürsey – Fizik – PAULI – GÜRSEY SİMETRİSİ

7.Erdal İnönü – Fizik – WIGNER- İNÖNÜ DARALMASI

 

Sn İnönü, bu konuda tarih içinde atlanmış olabilecek bilim adamları olabileceğini ve eğer kendisine bildirilirse eksiksiz bir listenin yapılması için gereken çabayı göstereceğini de ilave etti. (Burada alınılan kıstas bu isimlerin uluslararası bir kitapta en az bir kez yer alması imiş)

 

Daha sonra Prof. Beno Kuryel, Bilimin sınırları üzerine bilgikuramsal bir inceleme sundu. Özetle Bilim felsefesi değil bilgi felsefesi üzerinde durmak gerekebileceğini söyledi ve deneyselliğin kaçınılmazlığını ön plana çıkardı. Sorular bölümünde kendisine Einstein’ın bir sözünü hatırlattım: “Bir kuramın bilgi haline gelmesi için deneysel çalışmanın şart olduğu ancak deneyi yapan bilim adamının NEYİ ARADIĞININ daha da önemli olduğu” Sonra “bilgi ile BİLME arasında nasıl bir fark gördüğünü sordum. Kısa bir kararsızlık anından sonra “fark olmadığını” söyledi.

 

Yine ilk günün sunumları arasında en ilgi çekici olarak, Sn Doç.Dr Haluk Berkmen’in “nedensellik” hakkında ve aslında kuantum kuramının fevkalade bir özetini dinledik. Kendisi Birleşmiş Milletler bünyesinde 25 yıla yakındır yurt dışında çalışmış olan bu kıymetli bilim adamı, sakinliği ve tanınan süreye tamı tamına bağlı kalması ile de dikkat çekiciydi. Konuşması süresince (sonradan beni gözlemiş birinin ifadesiyle) sürekli kafa sallamışım ve heyacanımdan kıpır kıpırmışım. Garçekten de Hocanın sunumu bende kana kana su içme etkisi yarattı. Haluk bey nefis konuşmasını bir de şöyle bitirmez mi: “Bu bir hem hem durumudur!”

Neyse sorular bölümünde kendisine iki soru yönelttim: Birincisi, “şu an, geçmiş ve geleceğe doğru yaratma işleminin devam ettiği bir yer diyebilir miyiz? Yani bunu bir ağacın yukarıya giden dalları ve toprak altına uzanan kökleri gibi düşünürsek; geçmiş ve gelecek canlıdır ve yaratma süreci devam etmektedir. Toprak seviyesi ise algımızın bulunduğu yer yani ŞUAN dır.”

Sn Berkmen bu yorumuma TAM olarak katıldığını söyledi. İkinci sorum olan “sanal geçişler ve dokungaçlar” konusuna sonra konuşalım, süre aşımı olmasın dedi.

Bu sunumdan itibaren kendisiyle tanışmak ve eğer mümkün olursa üzerinde çalışmakta olduğum oyun teorisini kendisine ulaştırmak için müthiş bir istek duydum. Bir iki sunum sonra bir baktım Haluk Bey dışarı çıkıyor hemen onu takip ettim ama birden gözden yitiriverdim. Öylece kapıda kararsızlıkla beklerken birden uzaktan geldiğini gördüğümde size heyecanımı anlatmam zor; adeta yirmi yaşında bir üniversite öğrencisi gibi hissediyordum kendimi. Tam içeri girecekken önüne atladım ve “hocam izin verirseniz size bir şey ikram edebilir miyim?” dedim.  Kabul etme nezaketini gösterdi ve böylece daha sonra pekişecek dostluğumuzun ilk temeli atılmış oldu. Sohbetimiz tamamen kuantum fiziği üzerineydi, sorularımı ilettim ve amatör bir fizikçi olarak sanırım epeyce göz doldurmuş olmalıyım ki kendisi çalışmama göz atmayı kabul etti.

Akşam aynen kendisi gibi alçakgönüllü fakat gönül doyuran eşi Sevim Hanımla da tanışıp sohbet ettik. Umarım aramızda atılan bu sevgi-saygı köprüsünü uzun süre devam ettirebiliriz.

 

Çok sıkı bir program yapılmıştı. Akşam yemeğinden sonra bile gece sunumları vardı. İlk gecenin sunumunda Prof.Dr. Atilla Bir, “Kitabü’l Hiyel” konusunu anlattı. Abbasi Hanedanı esnasında çalışmış olan Benü Musa’nın üç dahi oğlunun mühendislik buluşlarını (kitapların ve çizimlerin asılları bizdeki muhtelif resmi kütüphanelerdeymiş) gördük. Hemen hepsi pistonlar, sifonlar ve bunun gibi, ancak Hocanın ifadesine göre bazılarının düşünülmesi bugün için bile zor olan buluşların hepsi  Padişahın kullanımı için tasarlanıp yapılmışlar.

 

Yine ilk günün programı içinde yer alan,  ve sempozyumun düzenlemesini gerçekleştiren Sn Feza Günergun ‘ün  Truva’da ünlü bir patolog:  Rudolph Virchow hakkındaki sunumu ilginçti.  Virchow, bin sekizyüzlü yılların sonunda bir kazı işleminde Truva’ya davet edilmiş ve bir ay bölgede kalarak fionasını, florasını, ısı, basınç vs gibi ölçümlerini tarihe aktarmış. Hikayesi (padişahtan kazı izni alınması, zamanın bölge polis teşkilatı vs) ben de heyecanlı ve gizemli bir öykünün alt yapısını çağrıştırdı nedense. Hatta Feza Hanım’a bu konu ile böyle özel ilgilenmesinin daha altta bir nedeni olup olmadığını sorduğumda biraz  kararsızlık geçirdi ve birden bulunan bazı kafataslarına geçti. Her neyse bende soru işaretleri bırakan bir sunumdu.

 

Toplantıda sunum yapan iki Yunanlı bilim kadını vardı. Birisi İngilizce, diğeri Fransızca konuştu, konular benim açımdan fazla ilginç değildi.

 

İkinci günden aklımda kalan en etkileyici sunumlardan biri Prof. Gediz Akdeniz’in “Karmaşıklık ve sosyal sistemlerin değişiminde bir simulark olarak popüler kültürün yeri” konusuydu.  Gecikmiş yemek arasından hemen öncesine sıkışması benim açımdan dezavantaj oldu çünkü Gediz bey hem fizikçi olarak hem de konusu itibariyle ilgi çekiciydi.

Kaotik ortamların ve buradan doğacak sistemlerin simülasyonları üzerine konuştu. Önce Altın orandan sonra da kendi tanımlamasıyla “altın hareket”den bahsetti. Her şeyin dalga olarak sonsuzca periyodik hareket ettiğini, asla birbirlerine karışmadıklarını ve fizik ile kimyanın birleştiği noktalarda bir sıçrama gerçekleştiğini söyledi.

Minorty filmindeki “kötülüğün önceden tespit edilerek durdurulması” kavramının bu simülasyonlar çerçevesinde yapılabileceğini konuşma arasında geçiriverdi.

 En ilgimi çeken kısmı şuydu; “Orta doğunun sisteme entegre olmamış, küçük topluluklar halindeki yaşam biçiminin -insanlık tarihi için- alternatif bir yaşam şekli doğurabilmesi açısından dünyadaki  olasılığı en yüksek yer olması” fikriydi. Amerika ve bazı Avrupa ülkelerinin planlarının (simülasyon çalışmalarının) bu olasılık üzerine yapıldığı tezi -şimdilik burada söylemek istemediğim- bazı ampullerin kafamda aydınlanmasına sebep oldu.

Kendisine şu soruyu yönelttim: ” Kötülüğü önlemeli mi? Bu bahsettiğiniz ALTIN hareketi bozmaz mı?” fakat tatmin edici bir cevap alamadım.

Gediz Bey, bende “doğuma yaklaşmış genç bir annenin telaşı ve sevincine” benzer bir ruh durumunda olduğu gibi bir izlenim uyandırdı. Umarım dünyaya gelecek bebeği anlama ve tanıma şansımız olur.

 

Sn Acar Savacı’nın “Sibernetik’ten yapay sinir ağlarına 40 yıllık serüven” konuşması gerçekten ilginçti fakat hemen arkasından konuşan İzmir Ekonomi Üniversitesinden Sn Can Özcan’ın “Kasparov’un isyanı ya da evrim içindeki rolleri açısından karbon atomuyla insanın karşılaştırılması” sunumu harikulade bütünlük yarattı.

Özetle, kararsız ve dengesiz olanın bir şey YAPTIĞINI ve “beğenmeme durumunun” evrime yol açtığını söyledi. Kasparov Deep Blue’ya yenildiği ikinci oyununda şöyle itiraz etmiş: “bir program böyle davranamaz bu işe insan eli karıştı!” yani oyunun bir anında DeepBlue’NUN makine gibi davranmayı kesip insani bir atak yaptığını söylemiş. Ve bu durum Sn Özcan’a göre EVRİMin insan ırkından başka bir yere sıçramak istediğinin belirtisi olabilirmiş.

Konuşmanın bütünü, zeka dolu bir heyecan içeriyordu. Çok etkilendim hatta sunumunun yazılı metnini de rica edip aldım. Can Bey, insanın EVRİMin amacı olmadığını hatta onu hiç umursamadığını söylüyordu, o bir şekilde yoluna devam ediyor; bizle ya da bizsiz!

 

İkinci günün sabahında yoğun bir yağmurla başladık ama sonra güneşli bir günle devam ettik. Gece yarısı otobüse bindiğimizde, kafamda pek çok şey dans ediyordu; nasıl olmasın, günde 12 saatden iki günde 24 saatlik bir bilgi taarruzunda kalmıştık. Heyecanlı bir yorgunluktu.

 

Organizasyona, sunumda bulunan değerli hocalara ve beni bu güzel aktiviteden haberdar eden fizikçi arkadaşım Metin’e minnettarım.  Ha tabii bir de bu sıkıştırılmış bilgi günleri ve yolculuk koşullarına imkan sağlayan bedenime teşekkürler.

 

Sibel Atasoy

20.06.04 – Ortaköy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir