Kanser tedavisinde devrim


Dr. Virginia Livingston 1947’de bir mektebin doktorluğunu yaparken kendisine müracaat eden hemşirenin parmak uçlarında ve burun bölmesinde yaralar görüyor ve Scleroderma ile birlikte seyreden bir Reynaud hastalığı ile karşılaşıyor. Merakla her iki yaradan aldığı parçaların mikroskobik tetkikinde o zamana kadar rastlamadığı verem basiline benzer bir mikrop görüyor. Mikrobun Scleroderma ile bir ilgisinin olup olmadığını anlamak için kobaylar üzerinde deneyler yapıyor, hayvanların hepsinde Sclerodermayı andıran değişikliklerin yanı sıra beklemediği bir başka oluşum görüyor. Kanser olasılığı 500 binde bir olan kobayların yüzde 25’inde kanser teşekkül ediyor. Bu deneyler sonucunda kanserin mikrobik bir hastalık olduğunu keşfediyor Dr. Viriginia Livingston. Dr. Virginia bu mikroba Progenitor Cryptocides (P.C.) adını verdi ve elde ettiği sonuç büyük bir keşif kapısını araladı.

Dr. Viriginia deneylerini genişleterek ameliyathanelerde taze ve steril kanser dokularını alarak inceledi ve hangi kanser türü olursa olsun hep aynı mikroba rastladı. Bu sıralarda tavuk çiftliklerini kasıp kavuran bir lökosis (bir kanser türü) salgını hüküm sürüyordu. Dr. Viriginia bu çiftliklerden topladığı hasta tavukların kanından elde ettiği mikroplarla bir aşı yaptı. Aşıyı hasta tavuklar üzerinde denedi. Ölmek üzere olan tüm hayvanlar birkaç saat içinde ayağa kalktılar. Buradan şu sonuca vardı Dr. Viriginia ve çalışma arkadaşları, ‘kanser mikrobundan elde edilen aşı, kanseri tedavi ediyordu.’ Dr. Viriginia son olarak bunu Koch kanunu ile denedi. Bu kanun dört koşulu içeriyordu;

1. Sebep olarak ileri sürülen mikrop, o hastalığın her vakasında görülmeli.

2. Bu mikrop hasta canlıdan alınıp yapay bir ortamda üretilebilmeli.

3. Üretilen bu mikrop, o hastalığa yakalanabilen bir hayvana aşılandığında aynı hastalığı oluşturmalı.

4. Bu son hastadan alınan mikrop bir kültür ortamında yeniden üretilebilmeli.

Dr. Viriginia’nın bu uygulaması başarı ile sonuçlandı. Dr. Livingston’un kanser tedavisinde önemli buluşlarından biri de, mikrobun memelilerin üremesinde olmazsa olmaz nitelikte bir hormon olan Coriogonadotropin salgıladığını keşfetmesidir. Bu hormon, aşılanmış yumurtayı kamufle ederek, gelişmekte olan fetüsü bağışıklık sisteminin hışmından koruyordu. Fakat kanser oluşumuna neden olan bu mikrop aynı hormonla kanseri de kamufle ederek bağışıklık sistemi tarafından deşifre edilmesini önlüyordu.

Dr. Viriginia yazdığı kitabında yeni tedavi yöntemini şöyle anlatıyor; “Aside dirençli olduğunu keşfettiğim ve Progenitor Cryptocides olarak adlandırdığım organizma, tüberküloz ve cüzzama neden olan basillerin birinci dereceden akrabası olan bir basildir. P.C. mikrobu hem ‘iyi adam’, hem de ‘kötü adam’dır ve bu nedenle Zorunlu Simbiyont (ortak yaşam süren canlı) olarak adlandırılır. Progenitor Cryptocides tüm kanserlerin etken unsurudur. Bu mikrop bütün hücrelerimizde bulunmakta ve onu kontrol altında tutabilecek olan da yalnızca bağışıklık sistemimizdir” diyor.

Yani kötü beslenme, enfekte olmuş besinler veya yaşlılık nedeniyle bağışıklık sistemimiz zayıfladığında, bu mikrop tutunacağı bir nokta bularak kanserleşen hücreleri tümörlere dönüştürüyor. Daha anlaşılır bir ifade ile, bu mikroplar zorunlu bir ortak yaşam (sembiyoz) sürdürmekte, yani normal hücrelerde sembiyot (ortak yaşam sürdüren organizma) olarak bulunmakta, yalnızca yaraların iyileşmesi sürecinde ortaya çıkmakta. Fakat bağışıklık sistemi ve beslenme ile kontrol altında tutulmadığında, hücre DNA’sına müdahale ederek tümör hücreleri oluşturmakta. Bu normal bir hücre fonksiyonu olmakla birlikte kontrolden çıktığında patojenik bir duruma dönüşmekte.

Bir bakterinin, bakteriye hiç benzemeyen biçimlere bürünecek kadar çok biçimli (pleomorfik) olabilmesinin kendisini çok etkilendiğini söyleyen Dr. Viriginia, “O yıllarda, bir organizmanın virüs mü yoksa bakteri mi olduğuna, özel bir filtreden geçip geçmediğine bakılarak karar veriliyordu. Çok küçük boyutlarda olan virüsler bu filtreden geçiyor, daha büyük olan basiller ise geçemiyordu” diye yazıyor kitabında.

Yine Dr. Viriginia kitabında kanser tedavisinde uyguladıkları yöntemin artık yavaş yavaş kabul gördüğünü şöyle anlatıyor: “Laboratuarımızdaki deneyler ve defalarca elde ettiğimiz klinik başarılarla, kanserin immünoterapiyle önlenmesinin mümkün ve tedavisinde iyi beslenmenin ne kadar önemli olduğunu defalarca kanıtlamış olmamıza rağmen, bu kavram tıp dünyasında yeni yeni kabul edilmektedir.”

Alternatif yöntemle nasıl tedavi ediliyor?

Bağışıklık sistemimiz sayısız hastalığa karşı vücudumuzun tek koruması. Hastalığa yol açtığını bildiğimiz maddelerin yanısıra, vücudumuzda potansiyel olarak hastalık oluşturabilecek binlerce madde de bu sistem tarafından yok ediliyor. Yine hastalığın yok edilmesini takip eden onarım ve iyileşme sürecine de bu sistem katkıda bulunuyor. Bağışıklık sistemi, vücudumuzu hem içeriden (kendi biyokimyasal reaksiyonlarımızın yan ürünleri) hem de dışarıdan gelen saldırılara (bakteriler, virüsler, zehirler v.b) karşı korur. Bu sistem neyin vücudumuzun parçası olduğunu, neyin olmadığını bilir. Eğer böyle bir sistem olmasa insan ömrü haftalarla ifade edilebilecek kadar kısa olurdu ya da bütün hayatımızı yalıtılmış bir oksijen çadırında geçirmek zorunda kalırdık.

Hepimizin vücudunda kansere yol açan mikroorganizma bulunur. Vücudumuzda kanser gelişmesini önleyen bağışıklık sistemimizdir ve yine kansere gelişme imkanı sağlayan da bağışıklık sistemimizin çöküşüdür. Bağışıklık sisteminin çöküşünü sağlayan nedenler ise, trans mineral diye bildiğimiz eser minarellerdir. Bu minarelleri sebzelerden, meyvelerden yani doğal ortamda yetişen bitkilerden alabiliyoruz. Bütün hastalıklara karşı savaş veren ve bizi hayatta tutan bağışıklık sisteminin her zaman güçlü olması gerekiyor. Dr. Viriginia’nın kanser tedavisinde uyguladığı yöntemin temelini de bu oluşturuyor. Dr. Viriginia’nın kliniğinde kanser tedavisi kısaca şöyle uygulanıyor:

* Hasta kliniğe geldiğinde idrar örneği alınıyor. Bu idrarın kültürü yapılıyor ve P. Cryptocides (P.C.) organizmaları ayrıştırılarak otojen aşı hazırlanmasında kullanılıyor. Bu işlemler yaklaşık üç hafta sürüyor.

* İzole edilmiş P. Cryptocides’ler kullanılarak, hangi antibiyotiklerin hastaya yardımcı olabileceğini saptamaya yönelik antibiyotik duyarlılık testleri gerçekleştiriliyor.

* Tübönnikrosis faktör denilen TDNF sağlıklı hasta yakınından alınarak, hasta olan kimseye enjekte edilir.

* Haftada iki defa idrar kültürü yapılıyor.

* Hasta her muayeneye geldiğinde, canlı—boyanmış taze kan damlaları üzerinde karanlık—alan ve aydınlık—alan mikroskop incelemeleri yapılıyor. Bu, hastalığın ilerleyişinin gözlenmesi için yapılan rutin bir testtir.

Bunların dışında hastalara diyet programı uygulanır. Bu diyet, tedavinin temel taşlarından biridir.

Diyet neleri kapsıyor?

Unlu mamüllerde kullanılan yumurtalar da dahil olmak üzere tüm kümes hayvanı ürünleri diyetten çıkarılıyor. Bununla birlikte her tür şeker de yine diyet dışında tutuluyor. Çünkü mikroplar şekeri, demiri ve bakırı çok sever diyor Dr. Viriginia kitabında.

Konuyla ilgili olarak daha fazla bilgi edinmek isteyenler Dr. Viriginia Livingston’un yakında yayınlanacak olan ‘The Conquest of Cancer’ yani ‘Kanserin fethi’ adlı kitaptan temin edebilirler.

Not: Benim öyküdeki tavuk yemeye tepkinin böylesi sezgisel bir bilgiye mi dayandığını  yoksa tesadüf deyip geçecek miyiz bilemiyorum. Bakınız: https://sibelatasoy.com/?p=65

1 Yorum

  1. Erdğan Çiner says:

    Teşekkürler…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir