Örgü Alan Kuramı

Bir önceki yazımda alan kavramı üzerinde bir miktar durdum. Alan kavramı biraz yanıltıcı olabilir. Zira “alan” deyince 2-boyutlu bir yüzey akla geliyor. Oysa ki benim kast ettiğim alan 4-boyutlu uzam-zaman yapısıdır. Bu bakımdan göz önüne getirilemez. Çünkü bizim uzayımızda 3-boyutlu uzam ile tek boyutlu zaman ayrılmış durumdadır.

Bu durumu göz önüne getirmek için şöyle düşünün: Üç boyutlu bir küp olsun. Bu kübün eni ve boyu yüksekliğine göre çok daha fazla olsun. Yani yassı bir kâğıt gibi olsun. Kâğıdın kalınlığı çok az olduğundan bize iki boyutlu bir yapı gibi görünür. İşte zaman da diğer üç boyuta göre çok kısa aralıklarla arttığından bize uzamdan farklı imiş gibi görünüyor.

4-boyutlu uzam-zaman yapısı bir kristaldeki gibi düzgün aralıklardan oluşmuş bir yapıdır. Bu yapıya “Örgü Alan” (Lattice Field) adı verilmiştir. Örgü alanın aynen bir örgüde olduğu gibi düğüm noktaları ve aralarında boşluklar vardır. Bu boşluklar bizim “vakum” adını verdiğimiz boşluklar değildir. Bu boşluklar Takiyon evrenin varlık alanıdır. Yani uzam-zaman konisinin dışında kalan bölgedir (Bakınız: Uzam-zaman konisi başlıklı yazım).

Modern fizik biliminde bu türden bir Örgü-alan kuramı geliştirilmiş durumdadır. Ancak Takiyonlar henüz dahil edilmiş değildir. 4-boyutlu örgü alan ilk olarak 1975 yılında Amerikalı fizikçi Keneth Wilson tarafından ileri sürülmüştür. Bu sayede standart modelin sayısal olarak hesaplanması mümkün olmuştur.

Elementer parçacık fiziğinde kuvvetli etkileşmeler “pertürbasyon” (seriye açılım) metodu ile analitik hesaplara gelmiyorlar. Bu bakımdan sayısal çözümler, özellikle çizgisel olmayan yapılar için, daha uygun bir yaklaşım olmaktadır. Ancak, geniş örgü alanlarını hesaplamak için çok hızlı ve çok büyük bellekli özel bilgisayarlar gereklidir. Önümüzdeki yıllarda bu tür güçlü bilgisayarlar geliştirilecek ve hesaplar yapılabilecektir.

Örgü alanı göz önüne getirmek için yukarıdaki resme bakın. Bu resimde tepelerin bulunduğu bölgeden uzak olan düz alan oldukça düzgün ve homojen bir yapı gösteriyor. İşte o düzgün bölge bizim “vakum” adını verdiğimiz, maddesel dalgaların (nesnelerin) bulunmadığı bölgedir. Fakat o bölge tümüyle enerjiden yoksun da değildir. Her düğüm noktasında az da olsa bir miktar enerji bulunmaktadır. Örgünün bir bütün olarak varlığı için bu enerji gereklidir.

Tepe kısmına yaklaştıkça örgünün düğüm noktaları arasındaki aralık artmaktadır. En yüksek tepede ise düğüm aralığı bayağı artmış durumdadır. Bu durumu “Asemtotik özgürlük” ile açıklayabiliriz. Bu kavram da yüksek enerji fiziği yapan fizikçiler tarafından kullanılan başarılı bir kavramdır. Asemtotik bağımsızlık kavramını bulan üç fizikçi, Gross, Politzer ve Wilczek 2004 yılında Nobel fizik ödülünü almışlardır.

Bu kavrama göre iki Kuark (bizim modelimizde düğüm noktası) arasındaki uzaklık azaldıkça serbestlik dereceleri artar. Yani örgü aralıkları azaldıkça dalga özgür bir parçacık gibi davranır. Örgü aralıkları arttıkça (tepe noktasına yaklaştıkça) dalga bağımlı duruma geçer ve özgürlüğü azalır. Özgürlüğün azalması bağımlı durumun, dolayısıyla çekici kuvvetlerin artması anlamına gelir. Bu sayede tepenin sonsuz yüksek olmasına ve noktasal sonsuzluğa dönüşmesine de engel olunmuş olunur.

Bu durumu TE modeli ile daha kolay anlayabiliriz. Örgü alanında düğümlerin arası açıldıkça Takiyonlar için daha geniş bir boşluk oluşur. Bu boşluktan geçen Takiyonlar, 4-boyutlu örgünün düğüm noktaları ile etkileşime girebilirler ve düzen getirirler. Düzenin gelmesi ise bağımsızlığın azalması, yani Entropinin azalmasıdır. Bu sayede parçacık adını verdiğimiz, yerel olarak örgüde yoğunlaşmış yapılar oluşur. Resimdeki tepe bölgesinde iki adet parçacık görülüyor. Yüksek tepedeki parçacığın kütlesi diğerine göre daha fazladır.

Örgü alanının düğümleri arasındaki boşluk azaldıkça Takiyon etkisi de azalır. Dolayısıyla bizim evrenimizde görülen düzensizlik, yani bağımsızlık ortaya çıkar. Böylece etkileşmelerin de gücü azalır. Çok uzun dalga boyları ortaya çıkar ve tepeler belirgin olmaz. İşte bu tür düşük enerjili dalgaların bulunduğu örgü bölgesine biz boşluk veya “vakum” diyoruz.

Haluk Berkmen

4 Yorumlar

  1. Turan says:

    “”Bu kavrama göre iki Kuark (bizim modelimizde düğüm noktası) arasındaki uzaklık azaldıkça serbestlik dereceleri artar. Yani örgü aralıkları azaldıkça dalga özgür bir parçacık gibi davranır. Örgü aralıkları arttıkça (tepe noktasına yaklaştıkça) dalga bağımlı duruma geçer ve özgürlüğü azalır. Özgürlüğün azalması bağımlı durumun, dolayısıyla çekici kuvvetlerin artması anlamına gelir. Bu sayede tepenin sonsuz yüksek olmasına ve noktasal sonsuzluğa dönüşmesine de engel olunmuş olunur.””

    Bu teorinin yeni bir sey acikladigini zannetmiyorum. Bana sanki yürürlükte olan teorilerin aynisiymis gibi geldi.

    Bence asil önemli olan sey tepelerin neden olustugunu aciklamaktir, yani neden bazi bölgelerde enerjinin yogunlasti, bazi yerlerde azaldigini aciklamaktir. Bu tepelerle “yeni”nin nasil olustugunu da aciklamak mümkündür diye düsünüyorum, eger yukardaki soruma cevap bulunursa….

  2. haluk Berkmen says:

    Örgü alan kuramı yeni değil. Yazıda belirttiğim gibi 1975 yılında K. Wilson tarafından ileri sürüldü. Ancak “asemtotik özgürlük” kavramı yeni. Bu kavram sayesinde Kuarkların neden deneysel olarak görülmedikleri açıklanabiliyor.

    Tepelerin oluşması olayı enerji alanının bir özelliği. Dalgalar girişim haline girdiklerinde ya birbirlerini yok ederler veya güçlendirirler. Böylece yeni oluşumlar ve nesneler belirgin hale geçer. Ama, yeni ve farklı eneji dalgaları bu oluşumların yok olmalarına da kaçınılmaz olarak neden olur. Çünkü titreşen ve belirsizlik içeren enerji alanı sürekli kendi üzerine dönerek bir yok olur bir var olur.

    Bu durmu nefes alıp-vermeye benzetebiliriz. Varlık alanı varlığını sürdürmek için bu döngüyü sürdürmek ZORUNDADIR. Ancak, bu zorunlu dönüşüm içinde var olanlar belirli bir özgürlüğe sahiptirler. İşte bizim “özgür irade” dediğimize fizik bilimi “asemtotik özgürlük” diyor. Özgürlüğümüz sonsuz değil, sınırlıdır.

  3. Haluk Berkmen says:

    Yazımı tekrar okuyunca yeni bir fikir geldi aklıma. Paylaşmak isterim. Parçacıkların kuvvetli etkileşmesi Kuarklar sayesinde olduğu ileri sürülüyor. Bu Kuarklara enerji dalgaları olarak da bakabiliriz. Şimdi insanlar (veya tüm canlı organizmalar) özgür irade ile etkileştiklerinde benzer şekilde bir enerji alış-verişinde bulunuyorlar. En azından aldığımız besinler ve hava da enerji dalgaları olarak görülebilir.

    Fakat asıl önemli olan yaşam enerjisi olan can, veya Ki. Can da Kuarklar gibi belirgin değil. Kimse can denen enerjiyi ölçememiş. Ama, can enerjisi bir canlıdan diğerine tümüyle geçtiğinde biri yaşıyor diğeri ölüyor. Veya diğer bir canlı olmasa da can enerjisi tümel enerji alanına karıştığında (yukardaki resme bakın) var olan nesne (canlı) yaşamını yitiriyor.

  4. Turan says:

    Haluk,

    rezonansin hayatli iliskisine ben de katiliyorum. Biz de enerji bazinda “normal” seviyede seyretmiyoruz, yasamamiz termodinamik yasalarina aykiri geliyor, cünkü cevre alandan enerji tüketiyoruz, oysa doganin yönü enerjinin en az oldugu yana dogrudur.

    Yazinda anlamadigim olay normal fizik enerjisinden “can enerjisine” kayman. Bunu varsayarak büssürü varsayimda bulunuyorsun. Can enerjisinin bir candan digerine gecmesine ölüm diyorsun. Ben bu tür varsayimlari anlamakta güclük cekiyorum. Alegorik anlamda o “resimleri” kullanmakta hic problem göremiyorum, yanliz sen gercekten de o resimler varmis gibi söylüyorsun. Katilmiyorum…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir