13 Haftalık bi serüven

Tamamıı için tıklayınız

Size bu yolculukta başıma gelenleri anlatmaya ne zaman karar verdim biliyor musunuz?

Daha ilk derse gittiğimde ve niyetimize rağmen insan prototipinin çeşitli modelleri olma durumumuzu net olarak gösterir ufak tefek olaylar oluştuğunda “bunu yazmalısın” dedim kendime. Böylece yazarken bunu sonsuza kadar unutmamayı garanti etmek istiyordum.

En azından bu niyetle, işte şimdi başlıyorum.

**

“İzleme” kelimesini özellikle kullandım; çünkü hayatımızda en önemli üç beş unsurdan biri olduğunu düşünürüm. İzleme kelimesini bir çeşit avcılık terimi gibi kullanıyorum; yani bir avcının, avının izini sürmesi gibi insanın kendisini, çevresini ve olan bitenin ilişkisinin izini mümkün olduğunca bir avcı sadeliği ve tarafsızlığı ile sürerek bağlantıları keşfetmesi, deşifre etmesi olarak açıklayabilirim.

**

Son bir yıldır birlikte tefekküre daldığımız, keyifli uzun saatler boyunca birlikte iz sürdüğümüz yoldaşım A ile o gece yine bağlantılardan konuşuyorduk.

Her şeyin birbiriyle ilişkide olduğunu, insanı bir sonuca götüren tek bir sebep bulmanın imkansızlığını üstelik bu durumun tam da kuantum fiziğinde söylendiği gibi neredeyse “kaostaki kelebek etkisi” ne benzediğini kimbilir kaçıncı kez (çünkü bazı şeyleri defalarca konuşmaya doyamıyorduk, sanırım o sıralarda bilgi eritme işleminin peşinde avcılardık.) heyecanla anlatırken aniden yine bir vizyon gördüm.

Son bir senede defalarca başıma gelen bu vizyonlar tek kare şeklinde hayali fotoğraflar şeklinde olurdu. Öylesine net, gözümün önünde ama gözüm olmayan başka bir şeyle gördüğüm ve sorulduğunda en ince ayrıntısına kadar seyredip aktarabildiğim tuhaf, sevinç verici şeylerdi.

Herneyse o gecenin fotoğrafı şöyleydi: Bu fotoğraf oldukça yüksek bir yerden belki de içbükey olarak alınmıştı; çünkü bir çok objeyi içine alan bir coğrafi harita gibiydi. Şehirler yerine insanlar, hayvanlar, bitkiler ve diğer maddeleri bir çeşit renkli elektrik kabloları ile birbirine bağlıyordu. Sanki bir bölgenin karayolu, demiryolu haritası gibi görünüyordu ama bağlantılar sabit değildi. Her an yeni bağlantılar oluşuyor, eskileri gözden yitiyordu, harita adeta canlı bir yaratık gibiydi.

İlginç bir görüntüydü ve bize her zamanki gibi yeni bir heyecan, bir BİLME hali getirmişti. Haritayı ilk gördüğüm anda bu elektrik teli gibi bağlantıların ilgi enerjisi olduğunu anlamıştım. Sonraları bu konuda “ilgi bağlanışı” dikkat enerjisi gibi isimler verdiğim yazılar bile yazdım.

Bu fotoğraf öyle ilgimi çekti ki ben aniden

“Ben artık her şeyi böyle görmek istiyorum” diye bağırmışım.

Bu heyecanlı, çocuksu hallerime alışkın olan A, her zamanki ağırbaşlı, anlayışlı havasını sürdürmekle beraber oyunuma katıldı “gör o zaman, seni kim tutar” dedi.

Ama ben bunun nasıl yapılacağını bilmiyordum. Bunu yapan insanlar olduğunu biliyordum fakat onları nasıl bulmalıydı.

**

Mutat düşünce seanslarımızın birinde nasıl olduğunu anlayamadığım bir hale geçmiştim. Birden tek bir göz olarak her şeye bakarken buldum kendimi. Bu bildiğimiz her şeyi içine alan dünya ve evreni iç bükey bir aynada seyretme duygusuydu. İrkiltici gelmişti. Zaten tedirginlik hissettiğimde yeniden normal iki gözlü yaşamıma döndüm. Sanırım bu deneyimden sonra bazı şeyler değişti. Ne olduğunu tam olarak ifade edemeyeceğim. Zaten sık sık her şeyi uydurduğuma kendimi ikna etmeye çalışırken yakalıyorum kendimi.

Sonra bu cümlenin anlamsızlığına ve saflığına uzun uzun gülüyorum. Uydurmayı küçümsemek iliklerimize işlemiş.

Uydurma konusunda dört ihtimalden birini, ya da birden çoğunu aynı anda kullanabiliyoruz.

  • 1) Hiçbir şey uydurmaz, uyduranları da taşa tutarsın.
  • 2) Arada uydurur ancak bunları asla gerçekle (!) karıştırmazsın.
  • 3) Çok uydurur, arada bunları gerçek sandıklarınla karıştırırsın.
  • 4) Çok uydurur, uydurduklarının gerçeğe dönüştüğünü bilirsin.

Ben ilk yaşamımda ikinciyi, ikinci yaşamımda üçüncüyü, üçüncü yaşamımda dördüncüyü kullandım. Bundan sonra ne olacağını bilmiyorum.(2003)

**

Madam Mari sevgiyle haykırıyor “bırakın çıksın onlar, serbest bırakın”

Bilemiyorum… Kendimi haddinden fazla büyümüş, çirkin bir dinazor gibi hissediyorum.

Evrim, dinazorları elemişti. Düz mantıkla yola çıkarsak, demek ki sıra bana geliyor.

Boynumun üzerinde yarı çapını kestiremediğim çok büyük bir saksı taşıyormuş gibiyim. O büyüdükçe boynumun altı bir hilkat garibesi gibi çelimsiz kalıyor.

Bir zamanlar methiyeler düzdüğüm dünyanın doğal güzelliği bile bir şey demiyor artık bana. Benim durumumdaki birinin çoktan ölmesi gerekirdi.

Peki bu durumda ben ne demeye kursa gidiyorum?

Kendimi yeniden dünya için yararlı hissetmeye çalışıyorum. Egom beni burada ve canlı tutabilmek için hanidir büyük bir efor sarf ediyor. Eğer ben de aura görebilsem ve şifacı olabilsem insanlar için bir şeyler yapabilsem değerimi yeniden inşa edebileceğim. Kendime saygımı geri kazanacağım. Bak sen şu işe!

Demek bir yanım “kalk gidelim” diğer yanım “halt etme otur” diyor.

Bütün Oyunlar Konfederasyonu büyük boy ilanlar vermiş;

“Oyun kurabilecek, usta oyuncular aranıyor”

Overlokçu ya da oyun kurucu fark etmez! Hepsi oyun için.

Ben sersem tavuğun biriyim. Bir de aptal diye tavuk yemezmişim. Tavuğun aptallığı kendimden tanıdık geliyor besbelli.

Önce kendi oyuncağımı kırdım şimdi bön bön bakınıyorum. İstesem yeni bir oyuncak yapabilirim ama neden yapayım? Oyuncağa ihtiyacım varsa kırdığımın kusuru neydi. Oyuncağım olmaması iyidir. Ama bundan daha iyisi BEN diye birinin hiç olmaması.

İçimde istek yok, duygu yok, beklenti yok. Biraz şaşkınlık var. Ben ne halt ettim şaşkınlığı.

İnsan kendi isteği ile boşluğa atlar mı?

Atladık işte!

Bu sefer kendimi geri getirme zahmetine girmeyeceğim.2003

**

Bugün ders arasında eski öğrencilerden Nilay bana ilginç bir şey söyledi;

“Sen neden kendini tutuyorsun?”

“Bilmem tutuyor muyum? Neden söyledin bunu?”

“Sen bir cadısın! Gece mavisi ipekler giyiyorsun”

şaşırmıştım

“Öyle mi görüyorsun?”

“Evet”

Fazla açıklama yapmadı. Ama bazen onu başımın üzerinde bir şeylere bakarken yakalıyorum.2003

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir